0: the arising of the other soul

126 8 5
                                    


Jongdae, masasının başına her zamanki gibi oturmuş büyükbabasından ona kalan yaldızlı defteri büyük bir dikkatle inceliyordu. Boş zamanlarında hemen hemen yapmayı en sevdiği şeylerden biri olmuştu bu, defterdeki yazılan yazıları okumak. Düşünmek, anlam çıkarmaya çalışmak. Kim, onun için 'büyük bir yazar olacak' gözüyle bakardı. Jongdae bu cümleyi ne zaman işitse göğsü gururla kabarıyordu. Şimdi olduğu gibi. Birden heyecanlandı. Tıpkı anımsadığı yıllardaki gibi avuç içleri ısınıyor, terlemeye başlıyordu.
Deneyebilirim, diye düşündü.
Yazılmış birkaç sayfayı atladı ve bir süredir parmak uçlarında bekleyen kalemi nihayet çekingen bir tavırla temiz kağıda uzattı.

Kim Geun, gerçek bir yazardı.
Tavan arasında sakladığı mavi bacardi rom'un limon ile çok daha iyi gideceğini söyleyip dururdu. Eski parkelerin gıcırtısına pek aldırış etmez, evi zannettiği kitaplığın önüne kurulu yayvan sandalyesine otururdu bir müddet.
Elinde Oscar Wilde'ın The Picture Of Dorian Gray kitabı. Sevdiği için bu kitabı bana anlattığını düşünürdüm. Kenarda duran romu sürekli bitik olurdu.

Büyükannem nedensizdir her zaman soğuk ve dışa dönük duygu barındırmazdı. Cildi çökmüş, kırışıkları epeyce artmış ve ruhunu kaybetmiş gibiydi.

Kim'in elindeki deri, yaldızlı defterin ortasını açmış ve bir şeyler karalıyor oluşunu fark etmiştim. Gözlerim, nacizane görüşlerine hasret idi. Bir gün benim büyük bir ressam olacağımı söyleyip dururdu veyahut bir yazar olabileceğimi..

O zamanlar karmaşık geliyordu defteri, romu, söyledikleri. Pek haz etmezdim onun verdiği aurasından. Ayyaşın tekiydi eve pek bir yararı dokunmazdı fakat seviyordum onu, pek seveni olmasa da.

Gece yarısı olduğunda anlaştığımız üzere rahatsız etmekten korkar gibi usulca odama girer, beni uyandırır ve tavan arasına götürüp ruhumdan bahsederdi.
Onu korumamı ve yalnız hissettirmememi söylerdi.
Bunu öyle sessiz ve duyulmasından korkarcasına fısıldayarak söylerdi ki tenimin derinden titremesine engel olamazdım. Öyle olurdu ki bazen duyamazdım bile ne dediğini.
Tüm bunlar epey anlamsız geliyordu.

Kim Geun, 56 yaşında kalp krizinden sabahın ilk vakitlerinde yatağında hayatını kaybetti. Elinde bitik bir rom, parmaklarının arasından kayıyordu. Dedemi o hâlde görmek inan içler acısıydı. Büyükannem oldukça soğuk bir şekilde beni arkasına sakladığında ruhumun gerçekten daraldığını hissettim.

Bir şey debeleniyor,
tırmalıyor ve çıkmak istiyordu.
Acı çekiyordum.
Çığlık atmak, çaresizce birilerinin beni fark etmesini diliyordum.
Belki de Chen'in varlığını dedemin ölümünden sonra ilk defa o gün hissettim.

Belki de dedem, beni ondan koruyordu.
Emin olamıyordum.
Dedem, benim hakkımda her şeyi bilen tek kişiydi ancak beni koruyacak tek kişi de artık yanımda yoktu.

Öldüğü gece defteri yattığım odanın, komodinin üzerinde duruyordu. O gece belki de saatlerce, yatağıma geçip yazdığı henüz o yaştayken anlayamadığım cümlelerini okumuştum.

O sıralar küçüğüm tabii, anlamamıştım çoğu cümlelerindeki derin anlamları.
Yoğundu sözleri.
İçinde barındırdığı kalıbı.
Fakat gerçekten, ikizimi sadece defterindeki yazılı olan sözlerinden anlayabilirdim.

Yolda yürürken, odamda öylece vakit geçirirken sürekli benimleydi. Benimle konuşuyordu fakat ben onu sadece iç sesim olarak adlandırmıştım. Doğru değildi.
Sadece öyle inanmak istedim.

Zaman geçtikçe her şey yavaş yavaş yerine oturmaya başlamıştı.
O iç sesim değildi.
Dehşete kapılmıştım.
Sürekli depresif olmak canımı sıkıyordu ve ben bu kasvetli durumdan sıyrılabilmek, kafamı dağıtabilmek için resim çizmeye başladım.
İyi geliyordu.

Her şey güzel gözükse bile içten içe pek de haz etmediğim şeylerin olduğunu biliyordum.
Ve buradayım.
Onunla yaşamaya ,
onunla konuşmaya alıştığım zamanlardayım..



-🕯-

Umarım giriş bölümünü beğenmişsinizdir :).

Dream: Under The Souls / Jongdae x ChenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin