Asıl cesaret, yarını merak etmekmiş.Eğer öyleyse, ben tüm cesaretimi iki gün evvel, geçmiş diyebileceğim kadar bile uzaklarda olmayan bir şeytanla tekrar karşılaştığımda kaybetmiştim.
Kendimi korkak hissediyordum. Sanki her an her yerden O çıkacakmış gibi tetikteydim. Joon Seon yine gelip daha kurmayı bile başaramadığım o dengeyi altüst etmişti. Normal birine dönüşmeye çalışıyordum ama sankü benim normalim, cehennemime alışmakmış gibi onu hayatımdan söküp atamıyordum.
Kucağımdaki Min Seo'yu yavaşça sallarken bana bir şeyler anlatan Roseanne'e dikkatimi vermeye çalışıyordum. "Yani inanabiliyor musun? Resmen ondan hoşlandığımı ama bu flört oyunlarıyla onu bekletmekten zevk aldığımı söyledi! Oysa onun bana açılmasını bekliyordum..." Üzgünce iç çektiğinde gülümsedim. "Belli ki çok sabırlı birisi değilmiş ama artık neler olduğunu ikiniz de biliyorsanız, birbiriniz için bunu zorlaştırmamalısınız bence," dedim kendimce tavsiye vererek.
"Çünkü zaman gerçekten çok değerli bir şey, beraber geçireceğiniz anları birbirinize kırılıp uzak durarak geçirmeyin."
Dirseğini oturduğu koltuğa, elini de şakağına yaslayarak bana baktı.
"Böyle ilişki tavsiyeleri verip de beni hiç ilişki yaşamadığına ya da aşık olmadığına inandıramazsın, Lisa," başımı yavaşça iki yana salladım ve gülerek "Gerçekten yok," dedim. "Hiç olmadı." Ben birinin beni sevebileceğine hiç inanmadım.
Kirli ellerle dokunulmuş bu tende geçmişin izleri vardı. Kimsenin beni böyle istemeyeceğine inandım ve ben, büyüdükçe aşık olmayı değil, kimsenin sevgisini beklememeyi öğrendim.
Dudak büzerek "Neden ki?" diye sorduğunda hafifçe omuz silktim. "Birinin beni sevebileceğine inanmıyorum çünkü." Bu, geldiğimden beri bana tüm saflığı ve samimiyetiyle yaklaştığına inandığım Roseanne'e kendimle ilgili en açık olduğum andı.
"Saçmalama," dedi şaşırdığını belli ederek. "Çok güzel bir kızsın, seni neden sevmesinler?" dediğinde bakışlarımı kaçırdım. "Bilmiyorum," dedim. "Ailem beni neden sevmeyip bıraktıysa, başkaları da beni sevmemek için kolayca sebepler bulabilir."
"Ama sevmek için de bulabilir," dediğinde güldüm. "Bunu zaman gösterecek," dedim. "Haklı çıkarsan, buna senden daha çok sevineceğim."
"Kim, hangi konuda haklı çıkıyor bakalım?" diyerek odaya girdi Jisoo. Elindeki tepsiyi koltuğun önündeki orta sehpaya koyup yanıma oturdu. "Lalisa, birinin onu seveceğine inanmıyormuş," dedi Roseanne. Ses tonundan, bu söylediklerimin onu üzdüğü belliydi.
Jisoo, Min Seo'yu kucağımdan alırken bir yandan da kaşlarını çattı. "Bu hiçbir mantığı olmayan düşüncenin kaynağını öğrenebilir miyim acaba?"
"Ben... Sadece... Yani ne bileyim. Benim günlük hayatımda konuştuğum insan sayısı bile bir elin parmaklarını geçmiyor ki. Üstelik Koreli değilim, nereden geldiğim bile belli değil benim. Ailem beni bırakırken benimle ilgili birkaç bilgi vermeyi bile çok görmüş. Kim, beni neden istesin ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
someone you loved | liskook
Fanfiction"Sanırım tüm acıyı uyuşturma şeklin hoşuma gitmişti." ••• Lalisa Manoban, çaresizliğin kucağına doğmuş bir ruhun sahibiydi. Jeon Jungkook ise o ruhu sarıp sarmalamayı düşe kalka öğrenecekti. ••• "Sanırım kaçmama yardım etme şeklini sevdim." Jeon Ju...