15

1.4K 128 28
                                    

"Bir aile yaratmak mı?" dedim anlamadığımı belli eder şekilde kaşlarımı çatarak

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"Bir aile yaratmak mı?" dedim anlamadığımı belli eder şekilde kaşlarımı çatarak.

"Ay bu kızın hastayken hiç kafası çalışmıyor," dedi Jennie bir eliyle Min Seo'yu tutup diğer elini beline yaslayarak.

"Gül gibi nişanlım ve ben burada boşuna durmuyoruz değil mi?" diye devam etti. "Avukatlığımız bir işe yaramayacaksa niye uğraşıyoruz ki?"

Kastettiği şeyi anlayarak hızla başımı iki yana salladım. "Bu işe mümkün olduğunca az karışmanızı istiyorum," dedim. "Benim yüzümden artık kimsenin zarar görmesini istemiyorum."

"Kimse senin yüzünden zarar görmeyecek," dedi Jungkook. "Hiçbirimiz çocuk değiliz, istemeyen kimseyi de yanımızda zorla tutacak halimiz yok. Gör artık Lisa, hepimiz sana yardım etmek istiyoruz." Gözlerim dolarken "Ama..." diye mırıldansam da diyecek bir şey bulamamış, sessiz kalmayı tercih etmiştim.

Sorun bana yardım etmek istemeleri değildi, buna minnettardım. Sorun; kim ne derse desin eğer onlardan birine, benim yüzümden bir şey olursa kendimi asla affetmeyecek oluşumdu. Burada, bu insanların hayatına bir anda girmiştim ve bir bakıcıdan fazlası haline geldiğimi anlayabiliyordum ama içimdeki tedirginlikten de sıyrılamıyordum bir türlü.

Şu anda herkes bu işe kendi isteğiyle giriyor olduğunu, sadece yardım etmek istediklerini söyleyebilirdi ancak içlerinden birine bir şey olursa, bana tekrar aynı samimiyetle yaklaşmalarının mümmün olmayacağını da biliyordum.

"Ben çıkıp biraz uyusam iyi olacak," dedim ağırlığı beni boğmaya başlayan battaniyeyi üzerimden atmaya çalışarak. "Başım ağrıyor."

Battaniyeyi üzerimden atarak odadan çıkıp merdivenlere yöneldiğimde "Lalisa," diye seslendi Jungkook. Adım sesleri de peşinden geldiğinde merdivenlerin önünde durarak ona baktım. "Uyuyamayacağını biliyorum, konuşalım mı?" dediğinde bakışlarımı kaçırdım. Bu konuda beni ikna edip içimi rahatlatmaya çalışacağını biliyordum ama yerimde olan o olsaydı, konuşmak isteyen ben olsaydım onun da ikna olmayacağından emindim.

"Bu konuyu şu an gerçekten konuşmak istemiyorum, Jungkook," dedim yorgun bir sesle.

Arkamı dönüp merdivenin ilk basamağını çıktığım anda, bileğime tutunan elini hissettim. Arkamı dönerek ona baktım. "Tamam," dedi kısık bir sesle, tıpkı bir çocuk gibi başını hafifçe yana eğerek. "Bu konuyu konuşmak zorunda değiliz ama böyle üzgünken uyursan kabus görme ihtimalin artacak. Uykun gelene kadar başka şeyler konuşalım, olmaz mı?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak birkaç saniye bekledim. Onu anlamak gerçekten o kadar zordu ki. Sormak istediğim bir sürü şey vardı ancak her şeyin bir zamanı olduğuna inanırdım ve içimden bir ses, tüm merak ettiklerimin ben daha sormadan önüme serileceğini söylüyordu. Sadece zaman gerekiyordu. Beklemeyi sevmezdim ama en iyi yaptığım şey de beklemekti. Yani bu yüzden, Jungkook'un cevapları için bir müddet daha sabırlı olabilirdim. Elbet bir gün sustuğumuz o geçmiş konuşulacak, geçmişin içinde saklı kalan ne varsa kilitli kaldığı kafesten kurtulacaktı.

"Olur," dediğimde, rahatsız olabileceğim ihtimalini düşündüğünü belli eden bakışlarıyla elini bileğimden hızla çekti.

Tekrar ona arkamı dönerek yavaş adımlarla merdivenleri çıkmaya başladığımda, peşimden geçen adım seslerini duymak karnımda anlam veremediğim bir hissin oluşmasına sebep olmuştu.

Benimle benim odama gelmesinden duyduğum bir rahatsızlık değildi bu; iç gıdıklayıcı, anlam veremediğim, ne yapmam gerektiğini bana sorgulatan bir histi.

Bu hissin yabancısıydım.

Odama girdiğimde, kapıyı onun da girmesi için açık bırakarak etrafıma bakındım. Bir süre ne yapacağımı düşünerek sanki ilk kez giriyormuş gibi odamı incelediğimde, Jungkook da bakışlarını odada gezdirmeye başlamıştı. Ben ne yapacağımı bilmediğimden hareket etmezken o, beni rahatsız etmemek için önce benim hareket etmemi bekliyor gibiydi.

En sonunda yatağa doğru ilerleyip duvar tarafına yaslanarak oturdum. "Sen de otursana," dedim yatağın benden uzakta olan ucunu işaret ederek.

İşaret ettiğim yere değil de yanıma doğru adımladığında, midemdeki o tuhaf hissin arttığını hissettim. Sanki karnımın içinde bir hayvanat bahçesi vardı ve orada tüm hayvanlar birbirine girmişti.

"Yanında oturursam rahatsız olur musun?" diye sordu tıpkı merdivendeki gibi başını hafifçe eğerek. Bilerek mi yapıyordu, bu şekilde bana sorarak istediği her şeyi yaptırabileceğini anladığından mı, suratındaki o masum ifadeyle bana soru soruyordu?

"Olmam... Hayır, olmam. Oturabilirsin tabii ki," dediğimde yanıma oturmasına ve rahatsız olmayacağımı söylememe rağmen, aramızda büyük bir boşluk bırakmıştı.

"Ben küçükken annem, hasta olduğum zaman daha kolay uyuyabilmem için beni konuştururdu," dedi elleriyle oynamaya başlayarak. "İstediğim şeyler olup olmadığını sorardı ya da hayallerimi anlatmamı isterdi, ben de anlatmayı severdim. Uzun uzun anlatmak ister, hiç susmayacak gibi konuşmaya başlardım ama hastalığın verdiği o yorgunlukla on dakika sonra gözlerim kapanmaya başlardı. Uzun uzun anlatıp istediğim tüm her şeyi anlatana kadar dayanabileyim diye, en çok istediğim şeyi söylemeyi hep en sona bırakırdım."

Gülümsedim. Küçük bir çocuk olan Jungkook'un dileklerini duymak isterdim.

"Başta hep en basit dileklerimi söylerdim. Oyuncak araba, bisiklet, lunaparka gitmek... Tüm o isteklerim, iyileşir iyileşmez gerçek olurdu ama yine de en çok istediğim dileğimi hala söyleyememiştim. Bir süre sonra, bunu fark edince anneme küstüm. Uyumam için bulduğu oyum dileğimi söylememi engelliyordu çünkü. Ve hastayken her dileğimin gerçekleşeceğine söz verdiklerinden bu dileği sıradan bir günde de söylemek istemiyordum. O dileğin gerçek olacağından emin olmak istiyordum."

İlk defa bu kadar uzun konuşuyor, kendinden böyle bahsediyordu. Üstelik bunu ondan isteyen de ben değildim. Kendi isteğiyle, benim için anlatıyordu.

Kalp atışlarımın bu düşünceyle hızlandığını hissettim.

Kısık çıkan sesiyle anlattığı çocukluğu, yanımda oturduğu bu anlarda ilk kez bu kadar uzun süre uğraşmadan aldığım o dingin kokusu uykumu getirmeye başlamıştı ama o dileği duymak istiyordum.

Bir süre sessizlik oldu, o da hastaydı ve konuşmasını dinlemek benim uykumu getirirken, konuşmak da onun uykusunu getirmiş olmalıydı. Annesinin taktiği sahiden işe yarıyordu.

Başımı duvara yaslayarak gözlerimi kapatırken "Söylesene, Jungkook," dedim uykulu çıkan sesimle. "Gerçekleşmesini en çok istediğin dilek neydi?"

Duvara yasladığım başımı hafifçe kaldırarak omzuna yasladı. Yatağın üzerinde bana yaklaşan bedenini hissettim, kendisiyle beraber kokusu da yaklaşmış, insana denizi izliyormuş hissiyatı veren o koku içime dolmuştu.

Yaptığı şeyin beni rahatsız etmesini beklesem de karnımın içindeki hayvanat bahçesindeki kargaşa katlanarak arttığında, başımın omzuna yaslı oluşunun beni rahatsız etmediğini, korkutmadığını anladım.

"Bir oyun arkadaşım vardı," dedi bana uzun gelen bir sürenin sonunda, bedenim derin bir uykuya çekilmeden önce.

"Onu geri istiyordum."

Başının başıma yaslandığını hissettim.

Dileğin gerçek oldu, Jungkook.

Oyun arkadaşın geri geldi.

O, senin yanında uyuyor.

Senin yanında uyumaktan, başının onunkine yaslı olmasından rahatsız olmuyor.

Peki sen, onu hatırlıyor musun?

Yoksa bu hikayeyi, sırf uyusun diye, bir yabancıya mı anlattın?

🥀Lily🥀

someone you loved | liskook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin