6.Bölüm - Tanrının Sesi

174 14 12
                                    

Barlas cevap alamayacağını anlayınca "En azından size çıkış yolunu göstereyim, benimle gelin." dedi.

Alaca ve yaşlı adam seslerini çıkartmadan ağır ağır ayaklandılar ve onu takip ettiler. Barlas ağır adımlarla ilerliyor bir yandan da aklına bir şey takılmışçasına yüzünü ekşitiyordu. Bir süre sonra eliyle diğerlerinden açıkça çok daha uzun olan bir ağacı gösterdi ve konuşmaya devam etti.

"Bu ağaç ormanın her yerinden görünür, ona doğru gittiğinizde çok geçmeden çıkışa ulaşırsınız."

Alaca kısık bir tonla "Sağ ol" diyerek yaşlı adamın arkasına geçti, yaşlı adamsa hiçbir şey söylemedi sadece başını aşağı yukarı sallayıp o ağaca doğru hareketlendi. O anda Barlas adamı kolundan tuttu ve kısık gözlerle ona bakıp "Buraya neden gelmiştiniz?" diye sordu. Adam cevap vermese de gözlerindeki ifadesizlikten sanki kendisinin de bunu bilmediği seziliyordu, içten içe odun kesmeye geldiğine dair bir düşüncede olsa da bir şeyler eksik gibiydi. Ancak uzatmadan odun kesmeye geldiğini söyledi, bir an önce ormandan çıkmak istiyordu.

Barlas bir süre onların uzaklaşmalarını izledikten sonra, Alaca'ya seslenip "Kurtların kulakları iyi işitir, yeter ki diğerleri kuvvetli ulusun!" diye bağırdı ve avladığı Şeşe'yi pençelerinden tutup sırtına attıktan sonra ters yöne doğru yürümeye başladı.

Alaca birkaç saniye arkasına baktı, Barlas'ın ne demek istediğini düşündü ama sonra bir anda Ayata'yı hatırladı ve hemen yaşlı adama dönüp "Kağnın var mı?" diye sordu.

Adam kendinde değil gibiydi belki de hala korkuyu üstünden atamamıştı, kıza dönerek "Evet kızım var, hele bir çıkalım buradan... Kağnıyı da neden istiyorsan artık hallederiz." diyerek yürümeye devam etti.

Alaca'nın o anlık sevinci gözlerinden okunuyordu, içinden 'Ayata, geliyorum biraz daha dayan!' diye düşünüyor, onun iyi olması için alkışlar ediyordu. Gerçekten de Barlas'ın gösterdiği ağaca doğru gittikçe ormanın sıklığı azalmış, hayvan sesleri duyulmamaya başlamıştı, neredeyse yolu yarılamışlardı. Alaca iyice koşar adımlarla yürüyor, bir an önce Ayata'nın yanına gitmek istiyordu ki bir anda saçlarının köklerinden koparılırcasına çekilmesiyle geriye doğru düştü, korkmuş şaşkın gözleriyle yukarıya baktı, düşündüğü şeyin olmamasını diliyordu içinden... Ancak tam da düşündüğü gibiydi, yaşlı adamın demin ki merhametli ifadesi adeta canavarlaşmıştı ve gözleri kapalıydı, Alaca kendini kurtarmak için onun bacaklarını tekmelese de adam tepkisiz bir şekilde bekliyordu ve bir süre sonra yavaşça gözlerini açtı. Alaca birden hareket etmeyi bıraktı, gözlerini yuvasından çıkarcasına açtı, titrek bir sesle sadece "Sen..." diyebildi. Adam onu saçlarından tutarak havaya kaldırdı, Alaca'nın ayakları yerden kesilmişti çektiği tarifsiz acıya rağmen hala tepkisizce bakıyordu... Yine "Sendin... O sendin!" diye mırıldandı. Küçük kızın donup kalmasına neden olan şey yaşlı adamın gözleriydi, bembeyazdı... Bu gözler onun, annesini öldüren kadının gözleriyle aynı bakıyordu. Alaca'nın ifadesiz yüzü bir anda nefretle doldu taştı, küçük elleriyle adamın yüzünü tokatlıyor bir yandan da "Annemi, annemi... Sendin! Onu öldüren sendin!" diye ağlayarak bağırıyordu. Adamsa tamamen ruhsuz bir ceset misali karşılık vermiyordu, sonra dudakları kıpırdamaya başladı... Alaca adamın konuşmaya başlamasıyla irkilip vurmayı bıraktı... Çünkü o ihtiyar, bir kadının sesiyle konuşuyordu. O kadının evet... Onun sesiydi!

Alaca'yı yavaşça yere indirdi, baş parmağı ve işaret parmağıyla küçük kızın çenesini tutup sıktı ve ağzından şu kelimeler döküldü...

"Gerçekten benden kaçabileceğine inandın mı?"

Gözlerinde, Alaca'nın acizliğinden zevk alırcasına ölümcül bir hava hakimdi... Küçük kızı hırpalamaya devam etti.

Ayata: Dokuz UlusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin