Astana'nın ruhu bile duymadan karanlığın kalbi yeniden atmaya başlamıştı...
Erk, kendisini takip eden iki astına dönüp "Gideceğimiz yerde sessiz kalın ve onayım olmadan kimseyle konuşmayın." dedi.
Albastı ve Kurmez birbirine baktıktan sonra, erkek ast gür bir sesle cevap verdi. "Nasıl isterseniz!"
Albastı'ysa zayıf bir tonla "Nereye gidiyoruz efendim?" diye sormaktan kendini alıkoyamadı.
"O çocuğun gittiği yere gideceğiz..."
Erk verdiği cevabın onlar için yetersiz olduğunu hissederek devam etti, "Son çarpışmada savaş gücümüzün yarısından çoğunu kaybettik ve o lanet yere sürüldük!
Burnundan soluyordu.
Toparlanmak için zamana ihtiyaç olacak. O yüzden bir süre ben bu çocuğun yerine geçeceğim, siz de teğmenlerinin..."
"Ve sonra tepelerine ineceğiz!" diye bağırdı Kurmez, Albastı'ysa yüzünde peydah olan sinsi bir kibirle sessiz kalmayı seçti.
Korgana vardıklarında üzerine sarmal tamga kazınmış dev taş kapıların önünde bekleyen iki savaşçı, Asutay'ın bedenini tanıyıp diz çökerek selam verdi. Erk ve astları, rollerine tam anlamıyla bürünmüştü... Açılan kapıların arasından hızlı adımlarla geçerek ilerlemeye devam ettiler, kalenin içi savaşçı adayı olan yüzlerce çaylağı rahatça barındırabilecek kadar büyüktü. Ortadaki geniş taş yol, tarih boyunca Tiyan Şan Korganına komutanlık etmiş kişilerin heykelleriyle çevriliydi. Bu yolun sonunda yer alan ana binanın iki ayrı çaprazına doğru, farklı büyüklüklerde ek binalar dikilmişti. Bu taş yapıların dışındaki yerlerse; korgan ahalisinin eğitim, eğlence ve savaş talimi gibi ihtiyaçlarını karşılamak üzere ayrılmış yeşil alanlardı.
Asutay'ı gören çaylaklar ve savaşçılar kendi aralarında fısıldaşıyor, onu rahatsız edici bakışlarla süzüyorlardı. Erk, bu insanlarda hissettiği karanlık duygulara tebessüm edip 'Sangal benim için harika bir beden seçmiş yine.' diye düşündü. Artık ana binanın hemen önündeydiler, burayı koruyan savaşçılar daha yapılı ve kendinden emin gözüküyordu. İçlerinden biri binaya girip kısa bir konuşma gerçekleştirdikten sonra geri döndü ve sabit bir tonla konuştu. "Dokut Era, sizi bekliyor!" Erk, astlarına daha önce yaptığı uyarıları hatırlatırcasına imalı bir bakış attı ve geride kalmalarını söyleyip tek başına içeri girdi...
Ustaca dokunmuş kahverengi kilimler, taş duvarlara eşit aralıklarla yerleştirilmiş koca koca üçgen pencereler, kilimlere gölge bulaştıran sıralı meşaleler...
Bu şatafat kokusunu içine çekip içten içe güldü Erk, insanların kibrinde kendisinden bir parça görüyordu çünkü. Bir süre bu memnuniyet hissinin tadını çıkardıktan sonra ilerlemeye devam etti. Yerden hafif yüksek, kenarları altın yaldızlı, kırmızı kumaşlarla örtülü bir divanda; kendisini oldukça keskin ve güçlü bakışlarla süzen Dokut Era'yı seçti ateşten gözleri.
Dev bedeni, değerli taşlarla bezenmiş çelik zırhı, siyah halatlarla örülü hacimli kolları, yeşile çalan mavi irisleri üzerine kara bulut gibi çöken kömür karası saçlarıyla adeta amansız bir savaşçı heykelini andırıyordu bu adam... Tiyan Şan Korganının eski gücünden hiçbir şey kaybetmediğini böylece anlamıştı Erk. 'Kolay olmayacak...' dedi iç sesi heyecanla.
Dokut Era, üst perdede tuttuğu net bir tınıyla "Komutan Asutay, davetimi kabul etmene çok sevindim." diyerek havaya hakim olan sessizliği bozdu.
Erk bu sözlerden, Asutay'ın karşısındaki adamla yakın bir konumda olduğunu anlasa da tedbirli davranacaktı; "Senden gelen bir davete hayır demem mümkün değil, biliyorsun." diyerek dostça bir ifade takındı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayata: Dokuz Ulus
FantasyZamanın ötesine uzanan bir efsane... Türk mitinin iki demirbaşı Bükrek ile Sangal'ın savaşı Asya'daki dokuz ulusta yeniden hayat buluyor. Işığın ve karanlığın asırlık kavgasında; yoldaşlığa vurulmuş ihanetler, aşka yenik düşmüş sadakatler ve dostluğ...