...
"Kimsin sen! Daha demin ne yaptın bana? Ko-"
Hırsından nefesini toparlayamayıp öksürdü.
"Konuşsana ulan, caka satıp susmak var mı öyle!" diye haykırıyordu Barlas, iki eli de Ayata'nın yakasındaydı. Ayata ise ona boş gözlerle bakıyor, ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu.
Barlas iyice çıldırdı ve bağırmaya devam etti. "Ne dağ gibi ayılar, ne amansız boranlar gördüm ben, hiçbiri boyun eğdiremedi!"
Birkaç saniye duraksadıktan sonra devam etti.
"Nasıl yaptın, ne yaptın bilmem. Bana diz çöktürmenin hesabını vereceksin!"
Ayata ilk defa gördüğü bu çocuğun tehditvari söylemlerine daha fazla dayanamayıp olağan gücüyle bir kafa indirdi ona, "Ne anlatıyorsun lan sen! Ne diz çöktürmesi?"
Az önce bir tanrı edasıyla konuşan Ayata'dan böylesine bir tepki beklemiyordu Barlas... Öylesine kızdı ki, kanayan dudağını elinin tersiyle silip baltasıyla ona doğru atılması birkaç saniyesini aldı. Tam o anda Alaca'nın minik boğazından çıkan çığlığın hiddeti, Ayata'nın da Barlas'ın da kulaklarını tutarak yerde kıvranmalarıyla son buldu. Alaca titreyen sesiyle yalvarırcasına "Yeter! Ne olur yeter..." dedi daha sonra. Onun korkuya yenik düşen gözlerini gördü Barlas, biraz olsun sakinleşti. Küçük kız koşarak Ayata'ya sarıldı, "Çok korktum... Herkesi... Herkesi kaybettim ben. Sen hiç ölme ne olur ağabey!"
Ağabey diyişi öyle içtendi ki, belki de daha demin o bedenin içindeki ruhun sözleri etkilemişti onu, belki de gerçekten böylesine çok bağlanmıştı. Ayata gözyaşlarını sildi Alaca'nın, "Merak etme küçük kız, ölmeye hiç niyetim yok!" dedi güven veren tok bir sesle. Alaca da soluk yüzünü süsleyen bir tebessümle ona baktı, "Sen içine giren o şeye benzemeye mi çalışıyorsun yoksa?" diyip kikirdemeye başladı.
"Bak bak... Daha demin korkuyordun, şimdi dalga geçiyorsun ha!" diyerek kovalayacakmış gibi şakalaştı Ayata da.
Annesini... Umay'ı koruyamasa da kardeşi saydığı bu kızı canı pahasına korumuştu, mutluydu bu yüzden. Alaca'nın yüzü gülüyor, olması gerektiği gibi sağa sola koşuşturuyordu çocukça neşesiyle.
Barlas'sa Ayata'ya yaklaşıp "Demek o sen değildin! Aynı şu ihtiyar adam gibi, peki kimdi içindeki?" diye sordu.
"Bilmiyorum, bilmiyorum... Sadece bana 'Hatırla!' dediği anda olanların farkına vardım, bir anlık da olsa onun suretini içimde bir yerlerde görüyor gibi oldum. Yine de hatırlayamıyorum..." dedi Ayata.
O sırada az önce havalanan siyah baloncuk hareket etmeye başladı. Alaca heyecanlı bir tonla "O şey haritadaki güzergahı takip ediyor! Neden böyle düşündüğümü bilmiyorum ama hissediyorum bir şekilde." diye mırıldandı.
Barlas da ekledi, "Ben de geliyorum sizinle, bana diz çöktüren o şeyle konuşmadan peşinizden ayrılmayacağım!"
Ayata da buna karşı çıkmadı çünkü işler iyice tehlikeli bir hal almaya başlamıştı, sayılarının artması işine gelirdi. Küçük kız bir süre önce cesedi küle dönüşüp uçuşan ihtiyar adamın olduğu tarafa bakındı, buruk bir tebessümle "Teşekkür ederim." diye geçirdi içinden. Damlacıksa onları beklemiyordu, o yüzden daha fazla oyalanmadan üçü de peşine takıldı...
Barlas sayesinde Kara Orman'dan kolayca çıktı Ayata ve Alaca, siyah baloncuk dur durak bilmeden ilerlemeye devam ediyordu, ne yemek ne de uyku için mola vermeleri mümkün olmuyordu bu yüzden. Barlas ara sıra avlanıp bir şeyler pişiriyor, sonra onlara tekrar yetişiyor, böylelikle bir şekilde idare edebiliyorlardı. Hava kararmaya başladığında sarp kayalıkların olduğu, ıssız bir uçurum kenarına geldiler, ortalık öylesine sessizdi ki yerlerde sürünen yılanların hışırtısı bile duyuluyordu. Ay ışığıyla bir süre daha ilerlemeye devam ettiler, artık neredeyse uçurumun kenarına varmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayata: Dokuz Ulus
FantasyZamanın ötesine uzanan bir efsane... Türk mitinin iki demirbaşı Bükrek ile Sangal'ın savaşı Asya'daki dokuz ulusta yeniden hayat buluyor. Işığın ve karanlığın asırlık kavgasında; yoldaşlığa vurulmuş ihanetler, aşka yenik düşmüş sadakatler ve dostluğ...