4.Bölüm - Katilin Peşinde

235 14 9
                                    

(Ayata'nın Gözünden)

Alaca saatlerdir uyuyordu, hava soğuyunca onu da alıp tekrar o yıkık dökük eve dönmüştüm, tüm yaşadıklarım komik olmayan bir şaka gibiydi. Odun kestiğim, avcılık yaptığım normal bir hayatın bu denli garipleşebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi. Yine de gök girsin kızıl çıksın ki o karaltının kalbini deşmeden ölmemeye kararlıydım. Bir süredir haritadaki kanla çizilmiş güzergahı inceliyordum, Astana'nın güneyinde bir yeri gösteriyordu ancak daha önce gittiğim bir yer değildi, şu anlık yapılabilecek tek şey güzergaha sadık kalmaktı. Alaca'nın uyanmasını beklerken evin içinde bulabileceğim başka işe yarar bir şeyler var mı diye bakınmaya karar verdim.

Kutu gibi bir yerdi; girişte üç dört metrelik bir koridoru, küçücük bir mutfağı, içi savaş alanına dönmüş rutubetli bir odası ve kapısı çatlaklarla dolu bir tuvaleti vardı. Artık garipsememem gerekse de odanın tavanını tamamen kaplamış, neyle yapıldığını anlayamadığım yarıklar içimi ürpertiyordu. Alaca'nın annesi ölmeden önce o kadınla uzun bir süre mücadele etmiş olmalıydı ki aralarındaki savaş bütün odaya izini bırakmıştı.

O an yine hayatımdaki normalliği olanca gücüyle çalan bir şey gördüm; odanın giriş kapısının hemen yanındaki üst üste dizilmiş yorganların arkasında bir kadeh vardı ve kokusundan anladığım kadarıyla içindeki sıvı kandı. Bu kadarı da olabilir miydi? Alaca'nın annesinin vahşice öldürüldüğü yetmedi de bir de kanı mı içilmişti? O katil nasıl bir canavardı bilmiyorum ama insan olmadığına artık emindim. Kadehte herhangi bir tamga da yoktu, sadece kenarında kar gibi parlayan bir dudak izi vardı ve gayet de insan dudağı gibiydi. Ya gerçekten kan içen bir insan vardı ya da karanlık denilenler insan kılığına girebiliyordu.

Ne kadar düşünsem de işin içinden çıkamıyordum, Alaca hala uyuyorken kadehi dışarıda tuz buz ettim, kader on üç yaşındaki bir kız çocuğuna çok acımasızca davranıyordu. Tekrardan odaya geldiğimde bazı kan izlerinin diğerinden daha koyu olduğunu fark ettim, bu o katilin kanı olmalıydı, demek ki o da yaralanmıştı. Hem de bu koyu kanların odanın her yerinde oluşu, o kadının yaralarının ciddi olduğunu gösteriyordu, bu da evden çok fazla uzaklaşamadan onun da öldüğünü varsaymam için yeterli bir sebepti. Gün ağarmaya başlayınca kan izlerini takip edip onun cesedini bulabilirsem belki karanlık hakkında bir şeyler öğrenebilirdim. Zihnimde belli belirsiz düşünceler dönüp dururken, Alaca'nın çok güçsüz bir tonla

"Ayata, ne zamandır uyuyorum?" diyişi beni kendime getirdi.

.
. (Alaca'nın Gözünden)
.

"Ne kadar uyuduğunun önemi yok, sen nasılsın? Nasıl hissediyorsun?" diye cevap verdiğinde, gözlerinin korku ve endişeyle baktığını hissediyordum.

En son Ayata'nın elinden haritayı alıyordum ki sonrasını hatırlayamıyorum... Büyük ihtimalle bünyem yine yaşadıklarıma yenik düşmüştü. Ne yaşadım ben böyle, ne gördü gözlerim, bir günde kaç defa öldüm? Bilmiyorum... Ayağa kalktım, sanki bir savaşta hayatta kalmış tek savaşçıydım. Ve bazen hayata kalmak binlerce kez ölmeye bedeldir. Ayata'ya baktım, acırcasına beni süzen gözlerinin tam içine bakarak şöyle fısıldadım:

"Bu artık sadece senin savaşın değil, onların yüreklerini sökecek ellerden biri de benimkiler olacak!"

Söylediğim cümleyle irkilip bir iki adım geri attı, sanki küçücük bir kızdan korkmasa bile çekiniyor gibiydi. O anda dikkatimi bir şey çekti, sağ elimin içinde bir kesik vardı, o şey ben baygınken yine saldırmaya mı çalışmıştı yoksa? Ama Ayata'da herhangi bir yara veya çizik yoktu. İyice zihnimi allak bullak etmeden ona sordum:

"Elime ne oldu, bir anda neden bilincimi kaybettim?"

Ayata bakışlarını benden kaçırıyor, sessizliğini dediklerimi duymuyormuş gibi yaparak koruyordu. Artık gerçekten bana çocuk gibi davranılmasına göz yummayacaktım.

Ayata: Dokuz UlusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin