Yaşamın getirdikleri vardı, dünyanın neresinde olursanız olun, yaşamın getirdikleri vardı. Elinizde sihirli bir asa olsa da olmasa da, sizi seven insanlar olsa da olmasa da, yaşayacak imkana sahip olsanız da olmasanız da... Yaşamın getirdikleri hep vardı, onca neden arasında ve Draco'nun hiçbir şeyi yoktu, elinde avucunda.
Çocukken size çok şey verilmiş olabilir, çokça şımartılmış olabilirsiniz. Bunlar minik şeyler. Belki sevgi şımarığı olmuşsunuzdur belki de ikisi de değilsinizdir. Draco'ya küçükken her şey verilirdi, bir tek şey hariç. Sevgi.
Draco'nun doğması gerekti, saçlarının platin sarısı, gözlerinin buz mavisi olması gerekti, isminin takım yıldızlarından birine ait olması gerekirdi, soyunun gereğince her şeye sahip olması ve kibirli olması gerekirdi, yaşaması ve tüm şeyleri yapması gerektiği gibi yapması gerekirdi, ağlamaması ve çokça gülmemesi gerekirdi, neden insanları ayrıştırdığını bilmeden ayrıştırması gerekirdi, nefret duyması gerekirdi, başarılı olması gerekirdi, hep bir şeyler gerekirdi...
Peki Draco bunca şeyin arasında neredeydi?
Bunun yanıtını kimse biliyordu.
Draco güzel bir gülümseme verdi çevresine, öyle güzeldi ki bu gülümseme, Büyüksalonda yemek yiyen insanların bir çoğu ona bakmıştı. Bu gülümseme her şeyi sorgulatacak kadar naif, aynı zamanda sertti ve insanı baktığında kendisine hayran bırakırdı.
*
Öğle yemeğinden sonra yetiştiği iksir dersine girerken kendini bitik hissediyordu. Ruhu avuçlarının içinde bitip kalmıştı ve Draco'nun yapacak pek bir şeyi yoktu. Sınıfa her zamanki dik duruşu ile girdi, yüzünde alaycı, yer etmiş bir gülümseme vardı. Canı biraz bile sıkkın durmuyordu. Her zamanki gibiydi. Draco hep stabildi.
Yerine geçti, her zamanki gibi iksirini mükemmel yaptı, birkaç muggle doğumluya bulaştı ve birileri ile dalga geçti. Şimdi günlük rutini tamamlanmıştı.
Hızlıca sınıftan çıkıp bir diğer sınıfa ilerledi, kehanet. Bu sınıf nedensizce ona iyi geliyordu. En azından bir şeyler yapıp öğretmeninin gözüne girmek zorunda değildi, sadece dersini dinleyip yanlış kehanetlere odaklanabilirdi.
Sınıftan içeri girip bir mindere yerleşti, adını bile hatırlamadığı profesör yavaş yavaş doluşan sınıfın içinde gözlerini gezdirip gülümseyip duruyor onu rahatsız ediyordu ama Draco çevresindeki insanlarla konuşup gülüşmeye devam etti. Yüzleri olmayan bedenlerle.
Ders akıp giderken ve Draco önündeki pis kokulu çaya bakarken memnuniyetsizdi. Profesör önünde durduğunda başını yavaşça kaldırdı. "Neden çayını içmiyorsun güzel evladım?" dediğinde bir süre şaşkın şaşkın kadına baksa da bir şey demeye gerek görmeden burnunu bir eliyle kapatarak çayını en hızlı şekilde içti. Sonra fincanı karşısında dikilen profesöre teslim etti.
"Ah, zavallı çocuk. Kaderin ne çok acıyla yoğrulmuş. Acıdan ayağa kalkamayacak kadar kötü durumdasın değil mi? Geleceğin çok karanlık, bu ölüme işaret eder. Dikkatli olmalısın sevgili oğlum." profesör biraz durakladı, çocuklar çoktan onunla alay etmeye başlamıştı, bu kadın Draco Malfoy'un öleceğini söylüyordu. Bir Malfoy'un."Sevgili çocuğum, belki de deli otu yemişsindir. Kim bilir ama bu halinin tek açıklaması bu olabilir."
*
Canım sıkıldı, gece gece ilham bastı geldim bende buraya. Selam.Ön uyarı: Ağır hakaret, argo, küfür kullanmamanızı rica edeceğim. Kullanırsanız silerim, yapmadığım şey değil.
Deli otu yiyince deliryuma sebep olan bir ot, zehirli yani. Genelde çocukların bu otun şekerli kokusu ve tadı nedeniyle yeme eğilimi var. Davranış, dikkat, düşünce, algı ve uyku bozukluğuna yol açıyor. Oldukça tehlikeli yani. Açıklamam gerekti bunu. Neyse.
Ala'smarladık.
İyisiniz umarım.
Ne zaman okuyorsunuz bilmiyorum bu yüzden;günaydınlar, iyi günler, iyi akşamlar, iyi geceler dilerim.
-Lolia
ŞİMDİ OKUDUĞUN
deliotu 'drarry
FanfictionGittikçe güzel elmasları ferini kaybediyor, teninin güzelliği soluyor, gülüşünün sesi kısılıyordu. O kayboluyordu. ♥️ Ailesi tarafından asla yeterli görülememiş, içindeki kuş şarkı söylemeyi hatırlasa da cesaretini kaybetmiş, sevdiklerine olan kırgı...