Huyum değildir bölüm başına bir şeyler yazmak aslında ama bunu sona bırakamam. Çiçeklerim farkında olmadan bölüm atlıyorsunuuuz... Bir kaç kişi fark etmeden direkt atlamış bana yazdılar anlamadıkları için. Sonra fark ettim bende. Mümkün olduğu kadar sıralı ilerleyin ve wp bir saçmalık yaparsa da bana yazın ki düzelteyim:||
Duyuru bu kadar.
İyi okumalar çiçeklerimm🤍
•••
167, 168, 169 ve 170.
Tam 170 adım.
At arabası ve sarayın girişi arasında koca 170 adım! Ah Tanrım, tam bir eziyet!
Ben etrafıma alık alık bakıp kendi kendime konuşurken askerler dört bir yanımı sarmış, adeta etten duvar örmüşlerdi etrafıma. Bunu neden yaptıklarına bir anlam veremesem de son üç gündür olan çoğu şeye zaten akıl sır erdiremediğim için sorgulamadan kafamda yaptığım saray değerlendirmesine devam ettim. Öylece yürüyorduk nasıl olsa.
Sarayın bahçesi, sarayın bahçesi tek kelime ile muazzam.
Giriş kapısının ardından hemen göz alıcı derecede beyaz ve parlak taşlar göze çarpıyordu ilk önce. Ardından daha adını bile bilmediğim renk renk çiçekler. Etrafta baş döndürücü güzellikte çiçek ve meyve kokusu var. İlerledikçe taş yolun etrafını daha yumuşak görünen ama özenle dizilmiş şekilli taşlar ve çimen alıyor. Yol boyunca da çiçekler eşlik ediyordu bu muazzam görüntüye. Biraz yürüdükten sonra heykeller çıkmaya başladı göz önüne. Gözlerimin şoktan dolayı kocaman olduğuna eminim. Heykeller devasa, en azından benim için olduğu kesin, boyutlarda ve hepsinin ifadesi birbirinden eşsiz. Kimi ölümün huzuruna ulaşan bir umutsuz aşığa, kimi yavrusunu kaybeden bir babaya, kimi Tanrı için yapması gereken son görevi yerine getirmiş bir kula ve kimisi de yıllardır aradığı huzuru sevgilisinin kolları arasında bulan bir kadını temsil ediyordu sanki.
Ben pür dikkat heykellere bakarken aynı zamanda yürüdüğümüz için sarayın asıl kapısına geldiğimizi fark etmedim bile. Dikkatim tamamen heykellerde olduğu için gerginlikten ısırdığım dudaklarımı parçaladığımı en sonunda ağzımdaki kan tadı ile fark ettiğim için ,her ne kadar eziyet etmeyi bıraksam da, ağzıma bir kez kanın o tuhaf tadı geldiği için yüzümü buruşturdum.
Ben ağzımdaki tadı düşünürken önümüzdeki dev kapının açılması ile yerimden sıçradım. Seslenildiğini ya da seslenilip seslenilmediğini bile bilmiyorum gerçi ama bu kafama takmam gereken son şey bile değildi.
Derin nefes al Jimin. Burada ki işim, artık her neyse, bitirip annemin yanına döneceğim ve her şey eskiye dönecek.
O kadar çok gerildim ki kalbimin atış hızından nefes alamazken gözlerimin dolduğunu hissettim. Her ne kadar belli etmesem de korkuyorum ve birazdan kalp krizi geçirip yere yığılabilirim.
Krize girmiş gibi hızlı ve kesik nefesler alırken açılan kapıdan içeri doğru adımımı attım. Sarayın içi de bahçesi gibi göz alıcıydı. Bir ressamın üstünde yıllarca uğraştığı ve tutkuyla çizdiği resmine benziyordu her yer. Bu mükemmellik karşısında bir kez daha yutkunurken çevremi saran askerler ile ,nereye olduğunu tahmin etsem de, bilmediğim bir yere yürüyorum.
Etrafımı neden böyle sarmışlardı ki?!
Ben sakinleşmeye çalıştıkça evren beni daha da çileden çıkartacak şeyler sunuyor önüme çünkü; koridorda yürürken bizi gören hizmetçiler önce şok içinde bana bakarak gözlerini büyütüyor ardından ise eğiliyorlardı. Eğilmeyi benim için yapmadıklarını düşünsem de beni gördükleri an da neden bu kadar şaşırdıklarını gerçekten merak ediyordum. Bir süre 'acaba yüzümde bir şey mi var ya?' diye düşünsem de bu ihtimali hemen kafamdan sildim çünkü çok saçmaydı her şey!
Yürürken önümüzde eğilen artık kaçıncı olduğunu saymayı bıraktığım hizmetçi ile gözlerimi yumup olduğum yerde durdum. Benim durmam ile askerlerde durmuş öylece tabiri caizse mal gibi bakıyorlardı yüzüme. En sonunda başlarında ki ne olduğunu sormayı akıl etmiş ve yanıma yürürken konuşmaya başlamıştı. "Bir sorun mu var?" Ne? Sorun mu? Cidden mi?
İçimden kahkaha krizlerine girerken dıştan sadece gülümsedim ama artık nasıl güldüysem karşımdaki aptalın yüz ifadesi değişti.
"Sorun mu? Hah! Hepiniz aptal mısınız yoksa kör taklidi mi yapıyorsunuz?!" Anlamaz gözlerle bana baktıkça sinir kat sayımın daha da arttığını hissediyordum. Sesimi biraz yükselterek konuşmaya devam ettim "Dakikalardır yürüyoruz ve bizi gören bütün hizmetçiler önce şaşırıyor sonra da resmen yerlere kadar eğiliyor! Neden!?" Etrafta olanları yeni fark eder gibi önce gözlerini koridorda gezdirdi, ardından tekrar bana bakıp aşırı derece de sakin bir şekilde tekrar araladı dudaklarını. "Sorularınızın cevabına ne yazık ki sahip değilim. Emin olun kral sizi bilgilendirecektir. Etraftaki gözlere ya da herhangi bir olaya takılmayın ve sadece bekleyin. Az kaldı taht odasına, sorularınız da cevaplanacaktır orada." Ben bu adamı boğarım. Sahi, neden bir kargaşa çıkarıp kaçıyorum ki? Annemi de alır giderim buradan ve böylece bu boktan duruma da bir son vermiş olurum.
Sanki düşüncelerimi okumuş gibi askerler bana biraz daha yaklaşarak etrafımı sardıklarında engelleyemediğim bir gülüş peyda oldu dudaklarımda.
Gidelim bakalım şu taht odasına.
•••
AY BİTTİ SONUNDA.
Ikına ıkına yazdım resmen of. Planlar kafamda hazır amma ve lakin önce geçiş tarzı bu bölümleri yazmam gerekiyor. Yapacak bir şey yok öyle ya da böyle yazılacak bunlar...
Bir sonra ki bölümde görüşürüz çiçeklerim!!!🤍🤍
28.10.22
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cariye | yoonmin (ara verildi)
Fanfiction[mpreg | yoonmin] Eski krallıklarda erkek bir cariyenin olması zayıflık olarak kabul edilirdi. Onlara göre erkekler doğuramaz; narin, güzel olamazdı. Bütün bu aptal düşüncelerin arasında ise güzeller güzeli Park Jimin'e umarsızca tutulan, Kral Min...