Sallanıyor.
Midem bulanmaya başladı.
Bitmiyor.
Saatlerdir yoldayız. Saatlerdir bu saçma sapan at arabasının içinde sallana sallana yolculuk yapıyoruz. Ne zaman biteceği hakkında hiçbir fikrim yok gerçekten.
Derin derin nefeslenerek az da olsa mide bulantımın geçmesini sağlamaya çalıştım. Mide bulantımın yanında sinir kat sayımda yükseliyordu bu saçma sessizlik yüzünden.
Kendimi cesaretlendirerek at arabasının penceresini açıp kafamı biraz dışarı çıkarttım. Çıkartmaz olaydım!
"Herkes dursun! Hareketi kes! Bay Park, lütfen yerinize oturun!" Ne diye bağırıyor ki bu adam!? "Ne kadar kaldı daha? Saatlerdir yoldayız." Gözleri hızlıca etrafı tararken sonunda beni bulması ile önce vereceği cevabı düşünürcesine hafifçe kıstı bir türlü sabit tutamadığı gözlerini. O kadar çok gözü ile ilgili düşündüm ki düşüncelerime göz devirmem ile 'göz' kelimesini düşünmekten kusmak üzereyken sonunda beni cevaplamak için dudaklarını araladı. "Mümkün olduğu kadar hızlı gidiyoruz. Tam bir zaman veremem ama yarın sabah vakitlerinde ana saraya varmış oluruz." Son cümlesinin her bir kelimesinde gözlerim an be an büyürken konuşması biter bitmez resmen çığlık atarak konuşmaya başladım. "Ne demek yarın sabah!? Ve ne?! Ne demek ana saray!? Siz beni nereye götürüyorsunuz!" O kadar çok bağırdım ki boğazımın ağrısı ile yutkunmak zorunda kaldım. Yüzümün asıl rengi beyaz olandan kırmızıya döndüğüne oldukça eminken bağırmamın şokunu atlatan ve hâlâ adını bile bilmediğim asker konuşmaya başladı. "Sizi ana saraya götürüyoruz. Ana sarayın Deagu'da olduğunu bildiğinizi düşünüyorum. Busan'dan Deagu'ya gitmek de hâliyle uzun sürüyor. Bu yüzden yolculuk böyle uzun sürecek. Şimdi lütfen içeri geçin."
Derin nefes al, ver. Tekrarla. Sakinleş. Evet, sakinim.
Kafamı tekrar boktan , hayatımda gördüğüm en lüks, at arabasına soktum. Ellerimi saçlarıma atarak çekiştirip çığlık atmamak için üstümdeki kazağın yakasını dişlerimin arasına alıp çenemi kırarcasına sıktım. Nefeslerimin hızından göğsüm sertçe şişip duruyordu.
Biraz daha sakinleştikten sonra en azından vakit öldürmek için uyumaya karar vererek arkama yaslanıp gözlerimi kapattım.
•••
"Bay Park? Bay Park uyanın... Bay Park!" Bağıranı sikeyim!
"Bağırma lan!" Sakinleşemiyorum. Ama sakinleşeceğim, evet. Başarabilirim.
Gözlerimi ,her ne kadar sinirden derin nefesler alsam da, sakince aralayıp başımda dikilen ve adını hâlâ öğrenemediğim ahmağa doğru diktim. Eğer sihirli bir evrende olsaydık eminim ki gözlerimden çıkan ateşle şu an kendisini kül etmiş olurdum ve zaten hayallerimde bunu üç defa yaptım.
"Efendim saraya geldik. Uyuduğunuz için sizi bir süredir uyandırmaya çalışıyorum fakat bir türlü uyanmadığınız için bağırmak zorunda kaldım. Korkuttuysam üzgünüm." Sözleri kaşlarımı çatmama sebep oluyordu çünkü gereksiz bir şekilde bana saygılı davranıyordu. Hadi ama! Ben sadece basit bir köylüyüm ve hiçbir saray görevlisi genel olarak köylülere iyi davranmaz hatta karşı karşıya bile gelmezler.
"Neden bu kadar saygılısın ki?" Gözlerimi kısmışken şüpheli sesim ile kafamı kurcalayan soruyu hiç beklemeden ya da çekinmeden direkt olarak sormam ile hafiften bir şaşırmış daha sonrasında boğazını hafiften temizleyerek konuşmaya başladı. "Kralımızın emri efendim. Şimdi lütfen saraya girelim. Kral sizi bekliyor." Kral beni ne yapıyor?
•••
Bölümler yavaş geliyor, farkındayım. Allah'tan kimse okumuyor da yazma telaşına girmiyorum. Bakınca 500 kelime az gibi görünse de inanın yazarken 5000 kelime gibi hissediyorum. Eh, bu da beni zorluyor. Neyse alışacağım bir şekilde...
20.10.22
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cariye | yoonmin (ara verildi)
Fanfiction[mpreg | yoonmin] Eski krallıklarda erkek bir cariyenin olması zayıflık olarak kabul edilirdi. Onlara göre erkekler doğuramaz; narin, güzel olamazdı. Bütün bu aptal düşüncelerin arasında ise güzeller güzeli Park Jimin'e umarsızca tutulan, Kral Min...