"Anne uyan hadi."
Uykulu çıkan sesimle annemi sarsmaya devam ederken gözlerimi ovalıyordum.
Her ne kadar gece yatağıma geçip uyumaya çalışsam da sürekli kabuslar eşliğinde uykumdan uyandım. Kabuslarımda ya annemim başı benim yüzümden belaya giriyordu, ya da babamı görüyordum.
Babam...babam benim hatırladığım kadarı ile mükemmel bir adamdı.
Sarı saçlarımı aldığım adamdı babam. Sürekli benimle ilgilenir, anneme sevgisini gösterirdi benim babam.
O benim rol modelimdi.
Babamı her düşündüğümde olduğu gibi gözlerimin dolmasıyla annemi sarsmayı bir süreliğinede olsa bıraktım. Derin derin nefesler alarak düşünceleri kafamdan def ettim.
"Anne!" Titrememesi için yükselttiğim sesimle anneme bağırdığım da yerinden sıçradı. "Ne oldu!? Askerler mi geldi!? Daha çok erken!" Daha fazla telaşlanmasını önlemek için öncekine nazaran daha kısık bir ses tonuyla hızlıca konuşmaya giriştim. "Anne, anne! Sakin ol! Uyan diye bağırdım. Bir şey olduğu yok. Askerler daha gelmedi." Bir kaç saniye korkuyla yüzüme bakıp derin bir nefes aldı. Daha sonrasında kafamın arkasında ki sızı ile elim refleks olarak acıyan yere gitti.
"Ne bağırıyorsun o zaman aptal!?" Tüm bu olanların arasında bir de annemin bu isabetli vuruşları yüzünden beynim kulağımdan fırlayacak diye düşünmeden edemiyordum. "Of anne! Kafama vurma. Beynim yerinden düşecek sen de göreceksin!"
Annem bir süre güldükten sonra ,sanırım kalp ritmini yerine getirmek için, derin derin nefes alırken gözlerine çöken hüznü net bir şekilde görmek zaten bozuk olan moralimi daha da bozdu. Buhranlı havayı dağıtmak için hızlıca konuyu değiştirmeye çalıştım. "Hadi kahvaltı yapalım anne." Buruk bir şekilde gülümseyip dağıtmaya çalıştığım hüznünü hiç kaybetmeden beni cevapladı. "Son anne-oğul kahvaltımız." Gözlerinden akan yaşlar ile fısıldadı cümlesini. Üstümdeki etkisi o kadar yıkıcı oldu ki bu basit cümlenin dakikalardır ağlamamak için dişlediğim alt dudağımı bırakıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Ağladığım için güçsüz düşen bacaklarım ile annemin yatağının hemen yanına çöküp başımı annemin dizlerine yasladım.
"Zorlaştırma anne. Bunu bana da kendine de yapma." Hem ağlayıp hem konuşmak oldukça zordu. Göğsüm sıkışıp kelimeleri yuvarlamama sebep oluyordu.
"Özür dilerim bebeğim. Ben... ben sadece üzülüyorum. Baban gibi seni de benden alıyorlar. Jimin lütfen bir şekilde bana haber gönder, yalvarırım sana! Beni senden habersiz bırakma. Ölürüm ben sensiz Jimin!"
Bir süre daha birlikte ağlayarak öylece vakit geçirdik. Daha sonrasında kahvaltı hazırlayıp sanki dakikalar önce ağlayan, gözleri kıpkırmızı olan biz değilmişiz gibi gülümseyerek sofrayı topladık.
Farkındaydım, farkındaydı. Son dakikaların dinginliği üstümüze tonluk çuvallar gibi çökmüştü ve biz onları kaldırmak için gerçekten hiçbir şey yapmadık.
Saatler geçti de biz fark edemedik. Dün geldikleri zaman ile neredeyse aynı saatlerde asker atlarının toynaklarına takılmış nalların toprakta çıkardığı gürültü ile sakince dışarı doğru adımladım. Sıfır mimik ile ulak olduğunu düşündüğüm adamın atından inip önüme kadar gelmesini izledim.
"Park Jimin?" Sorgu dolu yüz ifadesini değiştirmesi için kafamı onaylar şekilde sallayarak tekrar konuşmasını bekledim. Gözleri yüzümü turlamış ardından tekrar konuşmak için dudaklarını araladı. "Sizi kralın huzuruna götürmek için görevlendirildik. Lütfen aileniz ile vedalaşıp at arabasına binin." Ağzımdan derin bir nefes vererek arkamda görecek olduğum görüntüye kendimi hazırlamaya çalışıp kapıya daha doğrusu anneme döndüm. Tam da tahmin ettiğim gibi gözleri dolu dolu ve kızarmış haldeydi. İçimde yaşadığım bütün duygu patlamalara rağmen yüz ifademi sabit tutmaya çalışarak anneme doğru ilerleyip boynuna sıkıca sarıldım. Kafasını boynuma gömmesi ile hıçkırıklarını havaya bırakması bir oldu. Ağlamamak için verdiğim çaba yüzünden yüzümün kıpkırmızı olduğunu hissederken daha da sıkı sarıldım anneme. Belki de son defa olduğunu düşündüğüm, düşündüğümüz içindi bu aşırı duygular.
"Ağlama artık. Söz veriyorum sana haber göndereceğim. Bir yolunu illa ki bulurum. Unuttun mu, beni sen yetiştirdin!" Sözlerime gülüp boynumdan ayrıldı. Gözleri kan çanağına dönmüştü resmen. "Unutmadım tabi ki! Sen benim oğlumsun ve benim yetiştirdiğim oğlum sözlerini her zaman tutar. Aynı babası gibi." Son cümlesi hem kısık hem de yüzünde buruk bir gülümseme ile çıkmıştı dudaklarından. İçime çekebileceğim kadar oksijen çekip askerlere doğru döndüm. "Gidebiliriz..." Arkamı bir kez bile dönmedim çünkü eğer dönseydim gidemezdim.
Sessizce at arabasına binip beni neyin beklediğini bilmeden akıp giden yolu seyrettim.
•••
İnanıyorum ben hikayem büyüyecek:(
16.10.22
![](https://img.wattpad.com/cover/316362127-288-k869908.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cariye | yoonmin (ara verildi)
Fiksi Penggemar[mpreg | yoonmin] Eski krallıklarda erkek bir cariyenin olması zayıflık olarak kabul edilirdi. Onlara göre erkekler doğuramaz; narin, güzel olamazdı. Bütün bu aptal düşüncelerin arasında ise güzeller güzeli Park Jimin'e umarsızca tutulan, Kral Min...