Sabahın en erken saatlerinde uyanmak, hatta neredeyse hiç uyumamak alışkanlık gibi bir şey olmuştu bünyemde. Defalarca tek başıma uyuduğum yataklarda bu sefer bambaşka bir kadınla uyumak çok garipti. Çok yabancıydı. Onu tanıyordum, onu seviyordum ama yine de biz oluşumuzu hissedemiyordum. Ne zaman biz kelimesine yakınlaşsak vücudum da kalbim gibi ayrılmaya çalışıyor gibiydi. Bir şeyler beni gönülsüz yaşadığım hislerden alıkoyuyor gibiydi. Ne kadar gönülsüz yaşıyor olsam da yaşadığım ve hissettiğim şeyler benim bir parçam olsun istiyordum. Öptüğümde, sevdiğimde, seviştiğimizde sadece yapmak için yapıyormuş, karşındakinin mutluluğu ile kendimi tamamlıyormuş gibi hissetmek istemiyordum. Ama daha bundan nasıl kurtulacağımı bile bilmiyordum.
Aslında yapmak istediğim dudaklarına güzel bir sabah öpücüğü vermekti. Gecenin tutkulu ve neşeli dakikalarına nazaran onu rahatlatacak, en iyi uyanışını yaşatacak bir öpücük. Ama ne kadar denersem deneyeyim dakikalarca baktığım yüzüne yaklaşamadım. Bilinçsizce uyanıp fark etmesini istemediğim için yataktan kalkıp duşa girdim. Duştan çıktığımda uyanmış telefonunu kurcalıyordu. Acaba ben uyanıkken uyanık olabilir miydi diye düşünmeye başladım. Üstümü giyinirken bu sefer o duşa girdi. Kahvaltıya inene kadar hiçbir şey konuşmadık. Bu da bana dokunma çabamı hissettiğine dair bir kanıt veriyor gibiydi.
Yemeğimizi bitirdikten sonra asansörle yukarı çıkarken daha fazla dayanamayacağımı fark ettim.
'İyi misin?'
Ses tonum, ne olduğunu bilmemekten çok bilip de bunun üzerine var olan hislerini soruyormuş gibiydi.
Hafifçe kafasını sallayıp boğazından küçük titreşimler çıkararak onayladı beni. Ama tatmin olmuyordum.
'Asansörü bilinçli bir şekilde durdurup ne olduğunu söyleyene kadar gitmene izin vermek istemezdim ama... İşin için yola çıkman gerekiyor diye bir şey yapmayacağım. Lütfen beni bir şeylere mecbur bırakma.'
Hafif sesli bir şekilde güldü.
'Mecbur kalacağın şey ne?'
Cevap vermedim. Asansörden inip odaya girdik.
İşi için hazırlanırken ara ara sorusunu tekrarlamaya devam etti.
'Söylesene Jaemin. Neye mecbur kalacaksın?'
'Söylemiyor musun?'
'Vazgeçtin sanırım.'
Ben ise hazırlandığı her an onu izledim. Yanımda soyunup siyah elbisesini muhteşem vücuduna giyinişini, saçlarını ve makyajını yapışını... Her bir an beni inanılmaz etkilese de sonunda gelmek istediğim nokta bu değildi.
Dışarıya çıkmadan önce bana döndüğünde ben de ayağa kalktım. Odanın kapısının önüne geçip kapıyı kilitledikten sonra kapının önünde durdum. Çocukça geliyor olabilirdi ama ona yapabileceğim en üst baskı buydu. Çalıştığı yerlerin ne kadar dakik olduğunu biliyordum. Yine de o buna takılmıyormuş gibi gülmeye başladı.
'Seni buna mı mecbur bıraktım?'
Kafamı salladım. Gerektiğinde ne kadar acımasız olabildiğimi o da biliyordu. Ama o listede kendisinin olmadığını da biliyordu.
'Söylemeyecek misin?'
'Söyleyecek bir şeyim yok Jaemin. Ne diyebilirim?'
'Sor bana. Ciddi duygularınla sor. İsyan ettiğin halinle sor. 'Neden Jaemin?' de. Nedenini sor bana.
'Hayır.'
'Neden?'
Sesim çok çaresiz çıkmıştı. Ben, kalbimde bir çıkış yolu bulamıyordum. Yüzsüzce ondan, benim için bir çıkış yolu bulmasını istercesine yalvarıyor gibiydim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
symphony | jaemin
Fanfiction15 yaşımdan beri -ya da bir şeyleri fark etmeye ve canımı acıtmaya başladığından beri diyelim- hayatın benim için daha sakin ve daha acısız geçmesini istemiştim. Huzurlu ya da mutlu bir hayata ihtiyacım yoktu. Keza bunun imkansız bir şey olduğunu da...