Arkamdan sınıfa girenlerin ortasında aynı bir film sahnesinde gibi durduğuma yemin edebilirdim. Hatta şu an kamera bana odaklanmış, etrafımdaki insanlar hızlandırılmış biçimde yürüyerek yerlerine otururken ben hala o 5. sıraya bakıyordum.
4 kişilerdi; ensesine kadar uzun saçlı ve bir sürü küpe takmış biri, onun yanında kızıl saçlı ve ondan daha uzun olan büyük dudaklara sahip bir çocuk ve onun da yanında sırık gibi uzun, daha demin yanındaki kızılı gözünün kenarından öpmesi ve kolunu onun omzuna atmasıyla onun sevgilisi olduğunu düşündüğüm siyah saçlı bir çocuk vardı.
Birazdan oturacağım yerin yanında oturansa, kıvırcık saç uçlarına ve kare bir gülüşe sahipti. Yanındaki arkadaşlarının laf dalaşını, başını masaya koyduğu dirseğinden bükülmüş koluna yaslayarak büyük bir zevkle izliyordu.
5 koltuk vardı, ve ben birazdan orda bir arkadaş grubunun yanında oturacaktım. Aman ne hoş.
Ayaklarımı çivilenmiş gibi durdukları yerden 3 dakikanın sonunda kaldırıp basamakları çıktım. Gerçekten oraya oturmak istemiyorum. Siktiğimin huyu, bir günlüğüne 4. sıranın 2. koltuğuna otursan ne olur mesela?
Bir yandan kendime sövüp bir yandan her şeye rağmen onların yanına yürümem ne kadar normal bir davranıştı tartışılır. Fakat yaptım işte. Boş sayılabilecek çantamı koltuğun yanındaki yere bırakırken yanımdakilerin suratına bile bakmadan çöktüm koltuğa. Şapkamın altındaki saçlarımı düzeltip yüzümü iyice kapatacak hale getirdim, ve ardından şapkamı düzgünce tekrar taktım.
Cebimdeki telefonu çıkartıp yeni bir bildirim var mı diye baktım. Olmadığını biliyordum, sadece meşgul görünmek için işte. Derse daha 15 dakika vardı ve bir şekilde oyalanmalıydım. Oturduğum koltuğa biraz daha sinerken aşağı doğru kaydım ve telefonun sayfalarını öylesine sağa sola kaydırdım. Bu sırada yanımdakilerden o kare gülüşlü olan hariç hepsi konuşuyordu.
Kulak misafiri oluyordum diyemem çünkü apaçık dinliyordum. Tamam, umursamaz biriydim ama yanımda konuşan birini de duymamazlıktan gelemezdim. Üstelik neden burada olduklarını merak ediyordum. Belki bununla ilgili de bir şey derlerdi.
Demediler. Yaklaşık 10 dakikadır onları dinliyordum ve isimlerinin Yoongi, Yeonjun, Soobin ve Taehyung olmasından başka hiçbir bok anlamamıştım konuşmalarından.
Ayrıca 10 dakikadır da telefonda bulduğum aptalca bir ingilizce kelime oyununu oynuyordum. Bulmaca gibi bir şeydi ama sarıyordu cidden. Aynı zamanda sinir bozucu bir yanı da vardı çünkü şu an tam bölümü atlamak üzereyken son kelimeyi bulamıyordum.
"Ineffable*"
Bana mı demişti onu?
"Sana diyorum." derken uzun parmaklarını yüzüme doğru salladı. Muhtemelen şapkadan dolayı onu görmediğimi falan düşüyordu ama hayır onu görmüyor değildim.
Onu görmezden geliyordum.
"Ne?" sindiğim yerde başımı onunla göz göze gelecek şekilde kaldırdım ve çattığım kaşlarım, anlamaz bakışlarım eşliğinde ona baktım.
"Ineffable diyorum, bulamadığın kelime."
Başımı bir ona, bir de telefonun ekranına çevirdim. Harika. Onlarla muhatap olmamak için oynadığım oyun şansa bakın ki aramızda konuşma başlatmıştı. Ne diyebilirdim ki buna karşılık?
"Sağ ol." derken daha fazla telefonuma bakmaması için ekranı kilitledim ve telefonu cebime koyarken oturduğum yerde dikleştim.
"Niye yazmadın?"
Sussana artık.
"Ne yazmadım?" diye geveledim.
"Kelimeyi diyorum. Ekrana niye yazmadan kapattın telefonunu." Bu sırada kaşlarıyla cebimdeki telefonu işaret ederken kemikli elini kıvırcık saçlarının arasından geçirerek yüzüne düşen tutamları geriye attı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cardigan, tk
Fanficjungkook, onun yaralarını yıldızlamak isteyen taehyung'a bir türlü karşı gelemiyordu. •semeXseme