"Hyung. Şey, konuşmuştuk ya hani. Yarın önemli bir sınavım var. Bugün erken çıkıyorum senin için uygunsa." Beomgyu'nun utana sıkıla bunu rica ettiğini biliyordum. Çok sık izin istemezdi çünkü ona verilen parayı tamamıyla hak ettiğine kalbini inandırması lazımdı. İçi rahat etmezdi. Hele böyle yoğun bir günde, asla izin alacak birisi değildi.
Bugün kafede birilerinin doğum günü partisi vardı. Birileri dediğim Taehyung'un arkadaşlarından kızıl kafalı olan çocuğu kastettim. Şu sırığa yapışık yaşayan kızıl. Uzun lafın kısası çok yorucu bir gün olacaktı. Hem siparişler, hem de partiden sonraki temizlik düşündükçe içimi karartacak türdendi. Bir sürü insan, kalabalık, yüksek sesli müzikler...
"Çıkabilirsin. Hallederim ben."
"Ben mi? Niye birinci tekil şahıstan konuşuyorsun Jeon? Ben de burada çalışıyorum." Taehyung'un lafa atlayışı ve Beomgyu'nun da onu kapıda bekleyen Taehyun'un yanında bitmesi eş zamanlı olarak gerçekleşti.
"Lafın gelişi." Bir elimle önümdeki tezgahı toparlarken diğer elimle onu geçiştirir gibi hareketler yaptım, elimi havada salladım.
"Laf bir daha öyle gelmesin o zaman. Etrafında yokmuşum gibi davranma."
İlk defa bu kadar ciddi bir ses tonuyla konuştu benimle. Aslında Taehyung her zaman laubali konuşur, her şeyi dalgaya vururdu. Mesela üç gece önce benimle 'hoşuna gittiği için' uğraştığını söylemişti ve benimle dalga geçmişti. Ya da patronun buraya her gelişinde onunla sanki yıllardır dostmuş gibi dalga geçer, bana ettiği her lafın karşılığını o verirdi. Bunu yaparkenki tavrı aşırı laubaliydi.
Buna karşın çok baskın bir tarafı da vardı Taehyung'un. Kıyafetleri, saçı, küpeleri ya da parfümü olsun. Düpedüz maskülendi. Onu özellikle incelediğimden değil ama burnumun dibinde yaşamını sürdürdüğü için ister istemez gözüme çarpıyordu bunlar.
Şimdiki tavrı da tam olarak sert tarafını ortaya koymuştu. Öyle bir ses tonunda söylemişti ki, kabul etmem gerekir ki çok kısa bir anlığına da olsa tırsmıştım. Dediği şeye cevap vermedim çünkü ne diyeceğimi bilmiyordum. 'Tamam'? 'Peki'? 'Özür dilerim'? Bunlardan birini mi demeliydim?
"Masa dokuzun siparişi bu." Önündeki geniş fincanı tepsiyle birlikte bana doğru ittirdi. "Götürür müsün götüreyim mi?" Bu ses tonuyla konuşursan 'götürmem' deme şansım yok.
Küçücük bir çekim ekine bu kadar sinirlenmesi ne kadar normal tartışılırdı. Hatta direkt Taehyung'un normal biri olup olmadığını oturulup yaklaşık iki ya da üç saat tartışılabilirdi ama zamanı değildi.
Önümdeki tepsiyi alıp kahveyi servis ettikten sonra döndüğümde Taehyung kalçasını tezgaha yaslamış cebinden çıkardığı telefonundan birleriyle mesajlaşıyor ve gülüyordu. Çok şükür mesajlaştığı kişi yüzünden kafası dağılmış ve deminki alınganlığını unutmuştu. Ya da ben öyle sanmıştım.
Birkaç dakika boyunca öylece aptal aptal sırıtarak ve parmaklarını hızlıca hareket ettirip mesajlaşarak durdu orada. Ben de yavaş yavaş sipariş hazırlayıp servis ettim.
"Etrafımdaymışsın gibi davranmamı istiyorsan, o zaman öyle davran." Önümdeki makinenin haznesini temizlemek için yerinden çıkarmaya çalışırken konuştum. Olduğu yere sıkıştığından çıkarmak için neredeyse tüm gücümü kullanıyordum.
"Ne diyorsun Jungkook?" O konuşurken hazneyi yerinden çıkartmıştım ve bu ani bir ses çıkmasına sebep olmuştu. Ardından onu lavaboya koymak için arkamı döndüm ve Taehyung'un yanında, onunla farklı yönlere bakacak şekilde dururken suyu açarak temizlemeye başladım. Yine verecek cevap bulamadım ve sustum. Sürekli onu cevapsız bırakmamın sinir bozucu olmaya başladığının farkındaydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cardigan, tk
Fanfictionjungkook, onun yaralarını yıldızlamak isteyen taehyung'a bir türlü karşı gelemiyordu. •semeXseme