hafta sonları

4.3K 528 207
                                    

[Şarkıyı işaretin olduğu yerde başlatırsanız güzel olur 🥺🫶🏻]

Heyecanlıydım. Aptal liseli aşık bir kız gibi heyecanlıydım. Belki de hayatımda ilk defa bu hissi tattığım için aynı zamanda biraz da korku vardı içimde. Ne, nasıl ilerleyecekti bilmiyordum. Korkuyordum çünkü ben dengesiz birinin tekiydim. Bir günüm diğerini tutmazdı çoğu zaman. Çok saçma şeylerin sinirini, çok farklı insanlardan çıkarabilirdim. Ya da ne bileyim, çok anlamsız şeyler için yine çok farklı insanları kırardım. Buydum ben, dengesiz, sevgisiz bi hasta.

Hasta demişken, hâlâ hastalık tanımın konmaması da çok saçmaydı. Tamam, şizofren değildim, kafamın içinde sürekli konuşan ve bana kötü hissettiren biri vardı evet ama, bu bendim. Benim normal konuşmamdı o. Depresyonda da değildim. Depresyonda olsam son 20 yıldır falan öyle olmam lazımdı ki çoktan kendimi öldürmüş olurdum, dayanamazdım. Kişiliğimin böyle olmasını kabul etmekten başka çarem kalmıyordu ki bu en kötüsüydü.

Gerçi, ben kendimi de suçlamıyordum. Bu boktan kişiliğe evrilmemi sağlayan hayatıma girmiş herkesi suçluyordum. Min Jun'u, annemi, küçükken aynı sokakta yaşadığım acımasız sözleri olan yaşıtlarımı, onların onlara benden uzak durmalarını tembihleyen ebeveynlerini... Herkesi, ama iki kişi hariç. Taehyung, ve büyükbabamı suçlamıyordum.

Zaten onları nasıl suçlayabilirdim ki? İkisi de hayatımda başıma gelmiş nadir güzel şeylerdi. Evet, ikisinden de başta nefret ediyordum. İkisini de çok zor kabul ettim hayatıma.

Büyükbabamı mesela. Min Jun'un annemin ölümünün ardından onun cenazesine bile katılmadan önce beni büyükbabamın evine bırakıp Seul'e gittiği gün hâlâ aklımda. Nasıl unutabilirim ki zaten? Büyükbabam da, ben de şoktaydık. Birbirimizi tanımıyor, isimlerimizi bile bilmiyorduk. Ayrıca o çok hastaydı. Min Jun beni oraya bırakıp giderken ne düşündü bilmiyorum. Büyükbabamın yaşaması doktorlar tarafından 'mucize' olarak nitelendirilirken 5 yaşında bir çocuğu ölmek üzere olan bir adama bırakıp gitmek, akıl kârı değildi. Gerçi, onun yaptığı hiçbir şey akıl kârı değildi orası ayrı.

Yine de zamanla alıştık biz birbirimize. O da başta sevmiyordu. 'Huysuz ihtiyarın teki' derlerdi onun için mahallede. Kimse bizim evimize gelmezdi. Arada bir birkaç sağlık çalışanı gelir ve ona ilaç verir aynı zamanda hastalığının durumu ile ilgili bilgilendirirdi. Onları da çok sevdiği söylenemezdi ya...

Huysuzdu işte. Değişik de biriydi. Elimden tutup beni top almaya götürür, sonra sokaktaki çocuklar benimle oynamadığı için o topla evde tek başıma oynadığımda bana kızardı. Aslında sokaktaki çocuklara sinirleniyordu ama bir şey yapabildiği de söylenemezdi. Zaten o çocuklar da büyükbabamdan korkarlardı genelde. Yanına bile yaklaşamazdı onların büyükbabam, kaçarlardı hemen.

Yıllar geçti böyle. Büyükbabamın gün içinde bana kızdığı, geceleri ise uyuyabilmem için beni yanına yatırıp başımı okşayarak geçirdiğimiz yıllar... Ona da sevgisini net bir şekilde göstermediği için kızmıyorum hiçbir zaman. O da böyle görmüştü. Onun için sevgiyi belli etmek gerekmiyordu, göstermelik bir şey değildi. Hastalandığımda o sevmediği doktorlara rica minnet beni muayene ettirmesi, bana ilaç almak için hasta hâliyle şehir merkezine gitmesi yetiyordu sevgisini göstermek için. Onun sevgisini hissetmem için tek bir gülüşü yetti bütün hayatım boyunca. O da liseden mezun olduğum gündü.

Lisede de içime kapanık ve sevilmeyen biriydim. Daha doğrusu, sevilmeyen demem doğru olmaz çünkü beni kimse 'sevmeyecek' kadar tanımazdı bile. Hayalet gibi gidip geldim dört sene. Ders çalışmaktan başka yapacak hiçbir şeyim de yoktu açıkcası. Ne yapacaktım ki? Arkadaşlarımla parkta toplanıp bira mı içecektim? Hangi arkadaş? Ve hangi parayla alınmış bira? Böyle olunca da ders çalışmaya verdim kendimi. İşime de yaradı.

cardigan, tkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin