9.Bölüm Süpürge ve Pembe Toz Bulutu

12 1 0
                                    

Topuklu ayakkabılarla koşamazdım, o yüzden onları giymekten vazgeçip bir kenara bıraktım. Tüm bunlar gerçek olamazdı, yakalanmak ve yakalanınca da ısırılmak istemiyordum. Hele iki küçük velet tarafından ısırılmayı hiç istemiyordum ve bütün bunların duyulmaması için hiçbir şey düşünmemeye çalıştım. Bu sırada aklımda Austen'ın sesi yankılandı. 'Merak etme, Sydney ve James seni duyamazlar. Sydney'in boynundaki kolyeyi gördün mü? Bu onun diğerlerinin düşüncelerini ve bizim de onun düşüncelerini duymamızı engelliyor.'

'Beni bu şekilde ani düşüncelerle ürkütme' diye düşündüm.

'Üzgünüm' diye düşündü.

Sydney, kolumdan çekerek beni koridorlar boyunca sürüklüyordu. Uzun eteklerime defalarca kez ayaklarım takıldı. Vampirler neden böyle zarif görünmek zorundaydılar sanki?

Austen beni duymuştu. 'Biz insan değiliz fakat bu bizim görgüsüz olacağımız anlamına gelmez' diye düşündü. 'Bu şekilde yetiştirildik'
diye devam etti.

    "Çabuk ol! Şuraya girmek zorundayız" dedi Sydney. Ona doğru baktım, bana ancak onun sığabileceği kadar küçük bir deliği işaret ediyordu.

    "Sydney, ben oraya sığamam" dedim.

    Sydney parmağını dudaklarına götürüp, susmam gerektiğini işaret etti. "Sığamayacağını biliyorum ama şunun arkasına saklanabilirsin" dedi küçük saksıyı göstererek. Saksıda süpürgeye benzer bir bitki vardı. Bu çok tuhaftı.

    "Beğendin mi? Onu kendim yetiştirdim. Başta sadece tohumdu ve sonra süpürge oldu" diye ekledi kıkırdayarak. 

    "Fakat bu nasıl..."

    "Çabuk ol, arkasına saklan" dedi. Sydney duvardaki delikten içeri girerken, arkadan kapı sesi duydum. Derin bir iç çekip, oyuna devam etmem gerektiğini düşündüm ve içinde süpürge bitkisinin olduğu saksının arkasına saklandım. Üstelik bu süpürge bir tohumdan olmuştu. Artık bir vampirdim, kim bilir daha öğrenmem gereken neler vardı?

    O sırada  James'in sesini duydum. "Onun süpürge ve saksıdan söz ettiğini duyduğuna emin misin?" dedi James.

    "Evet eminim, Lacy'yi duydum. Anlaşmamızı sakın unutma. Onları bulmana yardım edersem, ben ısırılmayacağım." Konuşan Austen'dı. O bizi satmıştı! 'Üzgünüm Sydney fakat ısırılmak istemiyorum. Bugün bir kez ısırıldım ve yeterince uzun süre acı çektim' diye düşündüm. Saksının arkasından çıkıp koşmaya başladım. Seslerin geldiği yönün tersine koşmaya çalışıyordum. Bu sırada Austen'ın düşüncelerime güldüğünü duydum. 'Çok acizsin' diye düşündüm öfkeyle. Takip edilip edilmediğimi görmek için arkama baktım.

    Şok. Kayden peşimdeydi ve aniden beni yere doğru itti!

    Birden acıyla yere yıkıldım. Çok canım acımıştı.

    "Seni zaten bugün bir kez ısırdığım için son bir şansı hak ediyorsun" dedi neşeyle. Elindeki kitabı koltuğunun arasına sıkıştırıp, kalkmama yardım etmek için eğilip elini uzattı.

    Üzerimde bu berbat, koca etekli elbise olmasaydı bu teklife kesinlikle hayır diyecektim fakat şimdi yardıma ihtiyacım vardı. Kayden bunları duyup tısladı ve elini çekti.

    "Keyfine bak pis kaplumbağa. Ben seni burada bekliyorum, tabii ayağa kalkabilirsen. Sana Sydney'in odasının diğer girişini göstereceğim. Böylece ısırılmaktan kurtulabilirsin" diye göz kırptı.

    "Serseri" diye mırıldandım. Dönüp, dizlerimin üzerinde doğrulmaya çalıştım. "Senden gerçekten nefret ediyorum" dedim. "Gerçekten" diye ekledim.

    "Artık elinde buna alışmak için hiç bitmeyecek bir sonsuzluk var" dedi. "Şimdi acele et. Yoksa yeniden ısırılmak mı istersin?"

    En kötüsü de bu acayip vampir şakalarına alışmaktı. Çünkü artık onlardan biriydim ve bu çok sinir bozucuydu.

    "Böyle düşündüğün için üzgünüm" dedi.

    "Pis kan emici" diye tısladım.

    "Eğer emmezsem, senin kanını nasıl içebilirim?" dedi.

    "İğrençsin" dedim.

    "Seni kız kardeşimin odasına götürüp, ısırılmanı önleyen kişiye bu şekilde mi davranıyorsun?"

    Önümden yürümeye başladı, onu biraz geriden takip ediyordum... Oldukça geriden...

    "Seni ısırmayacağımı söyleyebilirdim ama bu yalan olurdu. O kadar tatlı ve hırçınsın ki, her yerini ısırmak istiyorum" diye mırıldandı.

    Kinayeli bir ifadeyle yüzüne baktım. Onunla tartışmak istemiyordum. Geniş koridorlar boyunca onu takip ettim.

    "Burada dur" dedi Kayden. Taş zemine baktığımda yerde minik bir pembe çember olduğunu gördüm; parlıyordu.

    "Şatonun pek çok farklı bölmeleri var. Bu bölmeler seni istediğin odaya götürebilir ve odalar renklerle ayrılmıştır. Sydney'in odasını pembe renk temsil ediyor. Benimkini koyu yeşil, Austen'ın rengi bebek mavisi, James'in rengi kırmızıdır. Çemberin üzerinde bur dakika durduğunda seni odaya ışınlıyor. Eğer kişinin ismini söylersen çok daha hızlı gidebiliyorsun. Şimdilik bu kadar bilgi yeter" diye anlattı Kayden.

    Bir dakika sonra, çok tuhaf bir his içinde etrafımda pembe ışıkların yansımasıyla büyüyen bir toz bulutunun içine çekildim. Sonra bu tiksindirici pembe toz kayboldu ve etraf pembe-beyaza dönüşmeye başladı. Yeniden pembe odadaydım. Austen'ın, "Çemberden geçti, birazdan burada olur, çabuk ol" dediğini duydum. Berbat pembe yüzünden gözlerim kamaşmıştı. Hemen yatağa doğru yürüyüp üzerine oturdum. Henüz kimse gelmemişti

    "Gelmiş bile" dedi James.

    Odayı pembe bir toz bulutu kaplamıştı. Bu kez gelen Kayden'dı.

    "Austen'ın seni uyaracağımı anladığından eminim fakat yine de bir şey söylemedi" dedi Kayden, yanıma otururken.

    "Küçük bir sorum var. Az önce ne oldu? Başta senin arkandan doğru koşuyordum, sonra yerdeki pembe çemberin ortasında durdum ve buradayım..." dedim. Bütün bunların kulağa ne kadar saçma geldiğini düşündüm.

    "O bir geçiş kapısıydı" dedi içeri giren Austen. "Ah Lacy, bakıyorum çoktan gelmişsin."

    "Bitti mi?" diye sordum. Austen sırıttı. Birden üzerime James'in zıpladığını fark ettim. Küçük suratını boynuma gömüp, Kayden'ın bıraktığı izin yanından minik bir ısırık aldı. "Kalk yataktan" diye bağırdı üzerimden kalkınca. Bir yandan dudaklarını yalıyordu. Bense sersemlemiştim. Ne olmuştu? Yakalanmamıştım ama yine de ısırılmıştım. Bunun bir anlamı yoktu.

    "Oyunu bitirmeden önce Özgür Vampir demen gerekiyordu" dedi Kayden.

    "Tuzağa düştün" dedi Sydney.

    Kayden beni buraya getirirken bunu söyleyebilirdi ama sessiz kalmayı tercih etmişti. Öfkeyle ona baktım, "Sen... Beni sen tuzağa düşürdün!" dedim. Hareket edemiyordum. Bunun nedeni ısırılmış olmam mı, yoksa oyuna getirilmiş olmam mıydı? Bilmiyordum.

    "Kan kaybı, vampirler için çok keyifli bir deneyimdir. Bir süre sonra yeniden normale dönersin. Ama önce kaybettiğin kanı geri almalısın" dedi Kayden. Bana yaklaştı, halen hareket edemiyordum fakat onun beni neden tuzağa düşürdüğünü anlamaya başlamıştım. Sonunda onun kanını içmeye mecbur kalacağımı bildiğinden bana bir şey söylememişti. Gözleri parlayarak bileğini ısırdı ve ağzıma dayadı. Birkaç damla emdikten sonra kendime gelmeye başlamıştım. Enerjimin geri geldiğini hissedebiliyordum fakat bu onun kanına duyduğum susuzluk anlamına geliyordu. Sadece Kayden'ın kanını içmek istiyordum, ısırmaya ve emmeye devam ettim. Dişlerim mis kokulu etini deldikçe, şeker tadındaki kanı ağzıma akıyordu. Tadı ne muhteşemdi. Daha fazlasını istiyordum. Daha fazla ve daha fazla... Sadece Kayden'ı istiyordum. Sadece "Yüce kralımın" tatlı kanını istiyordum.

 


Sen Olmadan AslaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin