0.4

82 7 0
                                    

M': Trust Issues/Drake


Görünen güzel bir kavramdı. Arkasındaki iyi de, kötü de olsa onu saklardı. Oysa görünmeyenler böyle değildi. Onlar olduğu gibi kalırdı. Değişemez, kabullenilmeyi beklerlerdi. Ben bekleyemiyordum. Görünüşümü kabullenemiyor, olduğum kişiyi sevmiyordum.

Derin bir nefes aldım ve başımdaki mavi bereyi düzelttikten sonra üstümdeki renk karmaşasına güldüm. Saçlarımı balık sırtı örüp, yüzüme tonla makyaj yapmış; üstüme ise batik desenli rengarenk bir sweatshirt, altıma da beyaz kargo pantolonumu ve yüksek tabanlı spor ayakkabılarımı giymiştim. Bereyi yüzümü gizlemek istermişçesine biraz daha aşağıya indirdiğimde de, sonunda hazır olduğuma karar verip yurt odamdan çıktım.

Hızlıca kampüse doğru yürürken ise aklımda türlü türlü düşünceler kol geziyor ama açtığım moral yükseltici tüm r&b şarkılara rağmen hiçbirini kovamıyordum. Liseden arkadaşım Ezgi'den gelen arama tüm telefon ekranımı kapladığında ise, şimdilik onları kenara itekledim ve aramayı cevapladım.

''Hocam, canım hocam nerelerdesin?''

Güldüm ve ''Sana da merhaba.'' dedim. Onun da kısık sesli gülüşü kulaklarıma doldu. '' Ee güzellik tahmin et, kim Türkiye'ye geldi?"

Bu dediğiyle gözlerim büyüdü ve "Dur, ne, geldin mi? Ne zaman, neden haber vermedin?" diye sorular sıralamaya başladım. O ise gülmeye devam edip, "Madem geldiğime göre bana olan aşkından bu akşam bodruma geleceksin, dimi dimi?'' dedi.

Tedirginlikle dudaklarımı dişledim ve ''Konuyu nasıl oraya çektin?'' diye sordum. "Görevimiz hocam!'' diye bağıran sesiyle de yüzümü buruşturdum ve ''Sessiz ol biraz, kulaklıkla konuşuyorum.'' dedim.

''Onu boş ver de, geliyorsun dimi?''

''Bilmiyorum.'' diye mırıldandım halsizce. Üstelemeye devam etti. ''Lütfen gel. Lütfen. Beni seviyorsan. Hadi, çok özledim zaten.''

''İyi ya, bir aksilik olmazsa gelirim.'' Güldü ve ''Cansın can.'' diye cırladı. Yüzümü buruşturdum ve ''Kapatıyorum şimdi, öptüm.'' dedim. Bir şey diyecek gibi oldu ama aniden telefonu yüzüne kapayınca duymadım. Demek gelmişti. Ezgi Alkan Türkiye'ye gelmişti ve bu bile başlı başına bir bela çağrısıydı.

Derin bir nefes aldım ve başımı iki yana sallayıp üstünde daha fazla düşünmemeye çalıştım. Çünkü düşündükçe batardım. Düşündükçe boğulur, bir daha su yüzüne çıkamazdım.

Kısa süren bir yürüyüşün ardından okula geldiğimde de, adımlarımı kampüs çevresindeki en sık uğradığımız kafeye yönlendirdim. İçeriye girdiğim gibi de yüzüme tanıdık bir koku çarparken, huzurla gülümsedim. Yeni çekilmiş kahvenin kokusu her yanı sarmıştı. Bakışlarımı üstünkörü tanıdık mekanda gezdirdim. Kahve alt tonlu duvarlar, lacivert koltuklar, ahşap masalar... Burayı neden bu kadar çok sevdiğimi anlamak zor değildi.

Beremi biraz daha aşağıya indirdikten sonra derin bir nefes aldım ve sıranın boşalmış olmasını fırsat bilip hızla siparişimi verdim. O sırada yanımda duran tanıdık bedenle ise yutkundum.

Alin.

Simsiyah saçlarını açık bırakmış, yüzüne hafif bir makyaj uygulamıştı. Üstüne ise yakası oldukça geniş dar bir bluz ve altına da siyah bir tenisçi eteği giymişti. Dizlerine kadar gelen upuzun bağcıklı botları ise eteğin açık bıraktığı yerleri kapatmayı görev edinmiş gibiydi.

Ayrıca... Tarçın mı kokuyordu o?

Yutkundum. Ardından da umursamaz bir tavır takınırcasına, elimde ki telefonla ilgilenir gibi yapmaya başladım. O ise hiç beni takmadı ve yanındakiyle konuşmaya başladı. Kahvem hazır olduğunda ise tam yanlarından hızlıca tüyecektim ki, adımın söylenmesiyle olduğum yere mıhlandım.

novaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin