M': Staying Up/The Neighbourhood
Sıcak şarabın kokusu her yanı sarıp sarmalamıştı. Lüks hoparlörlerden gelen kısık sesteki müzikse, ortamı olduğundan daha hüzünlü bir havaya sokuyordu. Işıklar kapalıydı, yakılmış mumlarsa yerlerdeki kırık ayna parçalarını ortaya çıkarıyordu. Telefon ekranı ardı ardına cevapsız çağrılarla dolmuş, zil ise aralıksız bir biçimde çalıyordu. Odanın ortasındaki kocaman, dağılmış yatağın üzerindeki çırılçıplak kız ise uzanıyor, elinde her an düşürecekmiş gibi tuttuğu kadehi ve boş bakışları eşliğinde tavana bakıyordu. İşte o kız, bendim. En azından, ben olmalıydım.
Zilin hala çalmaya devam etmesiyle beraber usulca uzandığım yerden kalktım ve yavaşça kapıya doğru adımlamaya başladım. Kim olduğuna bile bakmadan kapıyı açtığımda ise karşımda sinirle bana bakan Güney'le göz göze geldim. Ancak gözleri bir anlığına yüzümden aşağıya kayınca, o bakışlarının yerini endişe aldı ve üstündeki deri ceketi çıkardığı gibi bana giydirdi. Ardından da kapıyı kapattı ve gözlerini gözlerimden ayırmadan kolumdan tuttuğu gibi odama götürdü beni. Ani hareketiyle bir anlığına dengemi kaybeder gibi oldum ve elimdeki kadehi yere düşürdüm. Kadeh paramparça oldu. Umursamadım ve parçaların üzerine basarak yürümeye devam ettim. Güney bana döndü, elleri bacaklarımı buldu, bir an sonra ise kucağındaydım.
Ağzını kıpırdatıyordu, benimle konuşuyordu, farkındaydım ama bu yersiz bir çabaydı. Çünkü ben onu duymuyordum. Alttan alttan yüzüne baktım. Gözleri dolmuştu. Niye?
Hızla odama girdi ve beni dikkatlice yatağıma yatırdıktan sonra gardırobumu karıştırmaya başladı. Bulduğu haki renk bir kazağı da tuttuğu gibi hemen yanıma geldi ve ceketi çıkartıp, gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmadan kazağı üzerime geçirdi. Daha sonra bir iç çamaşırı ve yanına uzun bir etek alıp bana doğru tuttu. Anlamadım. Anlamadığımı anladı ve izin istercesine gözlerime baktıktan sonra temas etmemeye dikkat ederek onları da giydirdi.
Gözbebekleri hala panikle yuvalarından fırlayacakmış gibi bir o yana, bir bu yana dönüyor, sonunda gene beni buluyordu. Sürekli olarak dudakları oynuyordu. Ne diyordu? Aniden bana doğru yaklaştı. İyice yaklaştı ve belimden tutup beni yavaşça geriye yatırdı. Ardından geri çekilip gitti. Tekrar tavana bakmaya başladım. Yine odada o kızla ben kaldım. Birlikte tavanı izlemeye devam ettik. Kasıklarım ağrıyordu. Hafifçe inledim. Sonra daha da çok inledim. Yeni yeni fark ediyordum ki, aslında her yerim ağrıyordu.
Yaklaşan adım sesleri duydum. İstemsizce titremeye başladım. Görüş açıma Güney girdi. Elinde bir şey vardı, tam seçemedim ama üstünden buharlar çıkıyordu. Neydi o? Üstüme mi dökecekti? Canımı mı yakacaktı? Güney mi? Ağlamaya başladım. Ama ben Güney'i çok seviyordum, neden böyle bir şey yapsındı ki? Daha çok ağlamaya başladım. Bir uğultu başladı. Her şey silikleşiyordu. Artık Güney'i görmüyordum...
♦♦♦
Gözlerimi yavaşça araladığımda, bakışlarım ilk olarak beyaz tavanı ardından da gözüme yansıyan ışığı buldu. Elimin altındaki yumuşaklığa tutunarak yavaşça uzandığım yerde dikleştim ve çattığım kaşlarımla üstünde olduğum koyu kırmızı deri koltuğa baktım. Benim bu tarz bir koltuğum yoktu ki?
Panikle etrafa göz gezdirdiğimde evimde olmadığımı anlamam pek kısa sürmedi. Birbirinden farklı kumaş ve renkte koltuklar, kahverengi yünlü bir halı, simsiyah perdeler, etrafa saçılmış tuvaller, boyalar ve küllükler. Neredeydim ben?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nova
Teen FictionAynadaki yansımama acı dolu bir gülümsemeyle baktıktan sonra hızla silkinip lavabodan çıktım. Çıktığım gibi de başım ve duruşum dik bir şekilde uzun ve gösterişli koridorda yürümeye başladım. Kabul edilmediğim bu ajanstan öyle bir yürüyüşle ayrılıyo...