İki gün sonra akşam evde kitap okurken bir parağrafa rastladım. Normalde okuyup geçerdim fakat bu sefer içimde bir şeylerin harekete geçmesine sebep oldu. Paragraf kısaca sevdiğin şeylere tutunup bırakmamakla alakalıydı, mutluluk yoksa hiçbir şeyin anlamı yoktu.
O an saçma bir şekilde içim umutla doldu. Lisa'yla aramı düzeltebilecekmişim gibi, Taehyung'la eskisi gibi olabilecekmişim gibi...
Üzerime Taehyung'un bana doğum günümde verdiği hırkayı geçirip dışarıya attım kendimi. Cüzdanımı bile almamıştım, cebimde anahtarım ve elimde telefonumla evlerine yürüyordum. Evleri çok uzak değildi fakat yakın da sayılmazdı. Kırk beş dakika yürümüşümdür.
Evlerine yaklaştığımda yavaşladım, biraz soluklandıktan sonra evlerinin olduğu sokağa girdim.
Sokaklarına girdiğimde Taehyung'un arabası orada değildi. Evde değildir diye düşündüm fakat bu durumda nereye gidebilirdi ki?
Kalbimin atışı hüzünle sıkışırken adımlarımı hızlandırıp kapılarına vardım. Kapılarını açmak istedim, zincirlenmişti. Başımı kaldırıp baktığımda evin hayatsız bir şekilde orada öylece durduğunu gördüm. Ne bir perde vardı, ne bir yaşam. Yıllar öncesinden terk edilmiş bir ev gibi duruyordu.
Gittiklerini düşünmedim, bu acele neyin nesiydi ki? Bu kadar aceleci davranmamalılardı, yapamazlardı.
Daha Lisa'yla bile yüz yüze görüşememiştim! Onun beni affetmesi için bir sürece ihtiyacı vardı ve bu süreç sonsuzluğa dönüşmüştü, sonsuza kadar gitmişti.
Kabullenemeyişimin verdiği şokla telefonumu açıp Taehyung'u aradım.
Tabii ki, açmadı...
Fakat hala umudum vardı. Sevdiğim şeylere tutunmalıydım, hayatımın anlamını yitirmemeliydim.
Bu sefer Lisa'yı aradım. Çalmadı bile.
Gözlerim sonunda farkındalıkla dolarken kapının yanına çöküp mesaj atmaya başladım. İkisine de yazıyordum ve karşılaştığım tek şey mesajın ulaşmamış olmasıydı.
Telefonu kapattım. Telefon numaralarını da değiştirmişlerdi. İkisi yeni bir hayata tamamen her şeyi bırakıp bu kadar rahat giderken ben onların kapısına çökmüş her şeyimi kaybedişim için ağlıyordum.
Taehyung'la artık tamamen yabancıydık. Birbirini tanıyan iki yabancıya dönüşmüştük. Onun hakkındaki her şeyi biliyordum fakat, onun için yabancıydım artık işte.
O kadar canım acıyordu ki, o kadar boğazım düğümlenmişti ki... Kalkmak istiyor, yapamıyordum. Her şeyin burada bitmiş olması beni mahvediyordu.
Ne kadar bencil hissetsem de; Taehyung'un tekrar aşık olacak olması ve benimle paylaştığı her şeyin bir hata olarak kalacak olması beni parçalara ayırıyordu.
Bu kadardım işte. O beni bilmezken seviyordum onu. O beni bilirken de, severken de sevdim. Sonra o beni unutacaktı, ben hala sevecektim. Ben sadece onu sevecektim. Bildiğim, öğrendiğim tek güzel şey onu sevmekti.
Her eve geldiğimde en berbat halimdeyim sanardım fakat en berbatı buydu. İçimdeki küçük umut da beni sonunda terk etmişti ve ben tamamen bomboştum.
Çok ağlamamama rağmen gözlerim kızarmış, şişmişti. Gözyaşlarım içime akıyordu belki de.
Oturma odasına geçip uzandım. Yıllar sonrasını düşünüyordum, bana kalırsa on yıl da geçse onu düşünüyor olmak isterdim.
Taehyung'u sevmek güzel şeydi, değerli hissettiriyordu ona bir şeyler beslemek. Benden sonraki kadın da öyle hissedecek miydi acaba? Hissedemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
i love ur dad. taennie
Fanfictionjennie, arkadaşının babası taehyung'a duymaması gereken bir ilgi duyuyordu. 270822-011022