Bembeyaz bir elbisenin ölü bir bedene giydirilip ardından üzerine toprak atılmasıydı ölüm.
Ölüm ne dört kelimeden oluşuyordu ne de iki heceden.
Ölüm ne kurtuluşu ne sonsuzluğu temsil ediyordu.
Ölüm araftı.
Yaşarken ne cenneti ne cehennemi yaşıyordum. Ölüydüm ama bedenimin üstüne hala bir toprak atılmamış hala beyaz elbiseyi giymemiştim. Ve beni ölümün kollarına atan ailemden başkası değildi.
Gözlerimi açtığım odamın beyaz tavanıyla elimi rahatsız eden haplere baktım. Rengarenk olan ilaçların zifiri karanlık ruhumda ışık olmasını istemiştim dün gece. Başaramadım. İlaçlardan hemen sonra tekerlekli sandalye de uyuklayan Yağıza baktım. Gece dayanamamış ve mesaj atmıştım. İtiraz etmeden gelmiş, halimi görünce önce dikkatle incelemiş ardından uyuyacağını söylemişti. Gözünün önünde ölebilirdim ve hiçbir şey yapmamıştı. İlk başta kızsam da ölümü istediğim halde deli gibi korktuğum düşüncesi zihnime ilmek ilmek işlenmişti. O da biliyordu ölecek cesaretim yoktu.
Gözlerimi tekrar kapattığım da avuç içime aldığım ilaçları sıktım. Gücümün olmamasına rağmen sıktığım avuçlarım hayatım gibiydi. Ne zaman birini ellerimin arasına almak istesem yine zarar gören bendim. Kapının tıklatılmasıyla gece boyu aklımdan çıkan ama şu an zihnime düşen annemle yataktan kalkıp uyuyan Yağıza baktım. Yağızı burada görürse beni öldürürdü.
"Uyandım." diye seslendiğim de kapının arkasında ki gölge geri çekilmiş bir kaç saniye sonra da kaybolmuştu. Yağızın yanına yaklaşıp yüzüne doğru hafifçe eğildim. Kaşlarını çatmış,ellerini göğsünde birleştirmişti. Yüzü tapılacak kadar güzel değildi. Yüzüne bakılmayacak kadar çirkin de değildi. Ayrı bir soğukluğu ve merhameti vardı. Hiç görmesem de hissediyordum.
"Kalk yatağa yat." diyerek omzuna dokunduğum da gözlerini açtı. Kısık gözleriyle etrafa bakarken gözleri bana döndü.
"Gideyim."
Yanından ayrılıp yatağa oturduğum da tekrar konuştum.
"Gidemezsin. Annem kalktı. O gidince gidersin."
Cevap vermeden ayağa kalkıp yanıma gelince yatağın üstünde ki kağıtları ve ilaçları toplayıp şifonyerin üstüne bıraktım. O yatağa girerken ben aynanın karşısına geçmiş, bütün gece ağlamaktan şişmiş gözlerime bakıyordum. Annemin gözlerimi soracağından değildi aynaya bakmam. Biliyordum yüzüme bakmayacağını. Yağıza son defa bakmamın ardından odadan çıkmış lavaboya da uğradıktan sonra da mutfağa girmiştim. Masaya bıraktığı hazırlanmış tostlara bakıp benden sonra mutfağa giren anneme döndüm.
"Ben çıkıyorum. Öğretmen arkadaşlarla kahvaltı yapacağız. Sende bunları yemiş ol ve dikkat et." demiş ve bende kafa sallamıştım. Koridorda olan aynadan kendine bakan annemden gözlerimi ayırmadım. Sarı saçlarıyla çok güzel bir kadındı. Annem hep güzeldi. Kıskanıyordum arada onu. Onun kadar güzel ve güçlü değildim. Tutunmak yerine hep ölümü seçiyordum. Beceremiyordum gerçi.
"Seni seviyorum."
Annemin evden çıkarken söylediği son söz kapı gibi yüzüme çarparken uzun zaman sonra ilk defa duyduğum cümlede ki samimiyete takıldım. İçinden gelerek ilk defa bana söylediği cümle içimde ki ölülerin çığlıklarını bastırmıştı. Ta ki o kapı çarpılana kadar.
"Acıdan deli olmak üzereyim Tanrım."
"Sana bir şey olmaz." diyerek karşımda ki sandalyeye yayvan şekilde oturan Yağızla kaşlarımı çattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhların Maskesi #Wattys2017
Fiksi RemajaGerçekler ne kadar saklanır? Acılar geçer mi? Yalnızlık genç bir kızın kalbini ele geçirmişse her şeye geç mi kalınmıştır? Bu hikayede ya kurtuluş var yada sonsuzluk.