Dilim tutulmuş bir şekilde duruyordum. Babamın gözleri elindeki telefondan bana kaydığında, yutkundum.
Ellerim buz tutmuştu sanki. Kalbim delicesine bir korkuyla atıyordu. Hayatımda hiç bu kadar korktuğumu ve utandığımı hatırlamıyordum.
Babamın utanç kaynağı olmaktan ölesiye korkarken, ilk defa bu kadar kötü hissediyordum. Gözlerime bakan sinirli hareleri donmuş bir şekilde benimkilerdeydi.
Elindeki telefona son bir bakış attıktan sonra cebine koydu.
" Baba? " diye mırıldandım.
Ne diyeceğimi bilemiyordum. Babam odadan çıkmak için hareketlendiğinde refleksle ona yürüyüp kolundan tuttum. Gitsin istemiyordum. Babam için utanç kaynağı olmak istemiyordum.
Kolunu tutmamla durdu. Arkası bana dönük bir şekilde dururken, kolunu bırakmadan dolan gözlerimle karşısına geçtim.
" Baba... Bir şey demeyecek misin? " dedim titreyen sesimle. Gözlerimden yanaklarıma doğru yaşlar hücum ettiğinde diğer kolumla hızla sildim.
Babamın bakışları bana döndü. İlk defa bu kadar duygusuz bakıyordu bana. Böyle bakmasındansa ölmeyi yeğlerdim.
" Annenin yanına gidiyorsun. " dediğinde, ağlayan yüzüm anında durgunlaştı.
Ondan böyle bir şeyi beklemediğim için afallamıştım.
" Hayır... " diye mırıldandım istemsizce.
Başımı iki yana sallıyordum. Bunu istemiyordum. Ne Fırat'tan ayrılmak istiyordum ne de babamdan bu şekilde.
Kolunu hızla kendine çekip benim sayıklamalarımı umursamadan dışarı çıktı. Peşinden hızlıca gittim ama elimi kapı koluna atıp çektiğimde gelmedi. Kapıyı üzerime kapattığını anladığımda, elimle kapıya vurmaya başladım. Bir yandan da sesimi ona duyurmaya çalışıyordum.
" Baba? Baba çıkar beni! Baba? "
Yarım saatten fazla kapıya vurup durdum ama sesini bile çıkarmadı. En sonunda umudum tükendiğinde kapının yanına çöküp sırtımı dayadım.
Gözyaşlarım hâlâ akarken babamın içeri olduğunu biliyordum. Dış kapının sesi gelmemişti hiç. Belki de benim ağlamalarımı dinliyordu.
Normalde yalandan ağladığımı bilse bile canı yanan babam, şimdi kim bilir ne kadar süredir hıçkıra hıçkıra ağlamama rağmen umursamıyordu.
Gece iyice çökerken ağlamaktan yorgun düşmüş bedenimi kaldırıp yatağıma gittim. Üzerime pikeyi çekip başımı görünmeyecek kadar altına koydum. Cenin pozisyonunda durup gözlerimi kapattım ve sabah uyandığımda bunların bir rüya olmasını diledim.
Olmamıştı.
Bunlar bir rüya olmamıştı.
Sabaha kadar uyuyamamıştım ve sürekli ağlamıştım. Kim bilir Fırat ne kadar merak etmişti ama şimdi bunu bile umursayamayacak kadar bitik hissediyordum.
Başımı pikenin altından çıkarmadım ama üzerime vuran güneş ışınları ve odanın dışından gelen sesler sabah olduğunu gösteriyordu.
Babam gece bir kez bile olsa odama gelmemişti. Benden bu kadar çabuk vazgeçeceğini tahmin edemezdim.
Bir erkeği seviyor olabilirdim ama bu onun benden vazgeçmesi için yeterli miydi yani?
Ben ister miydim böyle olmayı? Normal yaşamak varken ben neden herkesten saklamak zorunda olduğum bir şeyi seçeydim ki? Aşkımı doya doya haykırmak varken neden hor görüleceğim bir şeyi seçseydim? Neden normal olmak varken ben anormal olmayı isteseydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİŞANCI BEY-Gay
Tiểu Thuyết Chung[TAMAMLANDI] B.N.: Sizi dava edeceğim! NİŞANCI BEY: Anlamadım? B.N.: O elinizdeki nişancı silahı var ya? NİŞANCI BEY: Evet? B.N.: Onunla düşmanı vurmanız gerekirdi, kalbimi değil.