" Ya oğlum mızıkçılık yapma. "
" Aynen ya... "
" Siktirin lan! Ayağımı deldiniz gelmiş diyor mızıkçılık, şerefsizler! "
Sabahtan beridir top oynayan askerleri seyrederek eğleniyordum. Çünkü tepkileri ve hareketleri aşırı komiklerdi.
Adının Harun olduğunu hatırladığım abi, sabahtan beri ona yapılan faullere en sonunda küfürler ederek oyun dışına çıktığında, oturduğum banktan kahkaha attım.
Gerçekten de dediği kadar vardı. Mızıkçılık yapmıyordu, iyi oynadığı için diğerleri onu kıskanarak, sürekli olarak ona çalışıyorlardı. Bu yüzden de canı acıdığı için daha fazla dayanamayıp oyun alanından çıkmaya başlamıştı.
Diğerleri de gülerek onun peşinden gidip onu oyuna geri sokmaya çalıştığında, bu sefer de haklı olduğunu söyledikleri için Harun abiden analı-avratlı küfürler yediler.
" Tamam tertip valla bizim suçumuz. Gel hadi oyuna "
" Nah gelirim, siktir! " diyerek onları takmadan hafif topallayan ayağıyla yatakhaneye gittiğinde, attığı triple diğerleri gülerek peşinden söyleniyordu.
" Oğlum üzdünüz işte adamı. "
" Yok lan, bizim pamuk prensesimiz toplara dayanmadığı için istifa etti sadece. Hâlbuki çok hafif atıyorduk? " Kendi bile inanmadığı için mırın kırın eden Engin abiye, Harun abi başını yatakhanenin kapısından çıkararak cevap verdi.
" O top götüne girsin Engin! "
Son sözlerini de söyleyerek gözden kaybolduğunda, Engin abi bunu beklemediği için şaşkınca bakarken diğer herkes gibi bende onun surat ifadesine gülüyordum.
Askeriye çok komikti ya, her çeşit insan olduğu için insanın canı hiç sıkılmıyordu.
Onlar tekrar oyuna döndüğünde, uzaktan gözüme çarpan kişiyle gözlerim parladı. Babam onu askeriye dışında bir yere gönderdiği için sabahtan beridir göremiyordum.
Sıcaktan hafif uzun saçları dağılarak, terden ıslandığı için alnına yapışmıştı. Bu yüzden de daha bir karizma duruyordu. Yanıma yaklaşırken gözü top oynayan askerlere kaydı. Elini kemerine atıp aşağı çekerek beline oturtup, yanıma geldi. Başını bana çevirdiğinde gülümsedi. O gülünce bende gülümsedim ama kalbimde büyük bir gürültü vardı. Sanırım kalbimin sesiydi zira o bana gülümseyerek bakarken, neyin ne olduğunu anlayamıyordum.
" Naber ufaklık? " diyerek yanıma gelip oturmadan önce saçlarımı okşadı. Ardından yanıma kurulup bacaklarını hafif açarak rahatça yayıldı.
Ona dönerek gülümsedim. " İyi, sen? " dediğimde, çaktırmadan ona biraz daha yanaştım.
Dağınık saçlarını biraz daha dağıtıp elinde tuttuğu şapkasını bana dönerek başıma taktı. Her zaman ondan şapkasını alıp takarak etrafta gezdiğim için artık ben demeden veriyordu. Bana ait olan ufak detayları bilmesi hoşuma gidiyordu.
Eliyle şapkayı düzeltirken, bende görüş açıma giren dudaklarını seyrettim. Şapkanın önü uzun olduğu için benim gözlerimin nereye baktığını göremiyordu muhtemelen.
" İyi bende nolsun. İşim vardı, anca bitti. Tabii o bitene kadar bende bittim. " dediğinde, geri çekilerek yüzüme baktı.
" Çok yakıştı. " diyip şapkanın ucuna bir fiske vurduğunda güldüm." Teşekkür ederim nişancı. " dedim. Ardından aklıma gelen şeyle duraksadım.
" Eğer babam seni yoruyorsa, hemen gidip ona kızabilirim. " dediğimde, duyduğu şeyle bakışlarını askerlerden çekip gülerek bana döndü." Teşekkür ederim küçük adam, çok düşüncelisin. Ama hayır, benim işim bu. Bugün biraz sıcak olduğu için yoruldum sadece. " dediğinde, başımı salladım.
" Tamam, ama seni çok yorduğunda gelip bana söyle. Hemen gider kızarım ona. " Gülerek yanaklarımı tutup sıktı.
" Tamam, söylerim. "Elini geri çekmesiyle bende onun gibi askerlere dönüp seyretmeye başladım. Yine birbirlerine çelme takıp küfür ediyorlardı.
" Al bakalım. "
Önüme bir el uzatıldığında başımı eğdim. Fırat avucunda tuttuğu birkaç tane küçük renki jöleleri bana uzatıyordu. Bunları çok severdim." Teşekkür ederim. " diyerek hevesle avucundaki jöleleri aldığımda, bu hâlime güldü. Ne zaman yanına gelsem her fırsatta bana getiriyordu. Ve bu küçük ayrıntı kalbimi ona olabiliri varmış gibi daha da ısındırıyordu.
" Afiyet olsun küçük adam. " diyerek tekrar önüne döndü. Bana telefonda seslendiği gibi seslenmesi dikkatimi çektiğinde, yandan onun yüzüne bakıp gülümsedim.
Avucumdakileri kucağıma koyup kırmızı bir taneyi elime aldım. Dikkatli bir şekilde açarak ona döndüm. Askerleri seyrederken onun ağzına şeffaf jöleyi götürdüğümde, şaşkınlıkla bana baktı.
" Aç ağzını uçak geliyooo. " dediğimde, güldü tekrar. Ama ağzını açmayı ihmal etmemişti. Dikkatli bir şekilde onun dudaklarına götürdüğümde, bileğimden tuttu hafifçe. Ardından jöleyi yuttuğunda gülerek elimi çektim.
" Diğerlerini de sen ye. " dedi, ağzının kenarına bulaşan ıslaklığı silerken.
Boş, ufak jöle kutusunu yanda duran çöp kutusuna attım. Ardından kendime de yeşil bir tane alıp ağzını açarak yuttum. Anında ağzımda dağıldığında gülümsedim. Çok seviyordum. Eskiden babam jöle almadan eve geldiğinde ağlayarak onu tekrar birkaç jöle için markete gönderirdim. Bu yüzden de eve asla eli boş gelmezdi, hep yanında en az on tane alarak gelirdi.
Bir yandan askerlerin oldukça yaratıcı küfülerle devam eden maçını seyrederken, diğer yandan da jöleleri büyük bir mutlulukla yiyordum. Arada bir ne kadar hayır dese de Fırat'a da zorla yediriyordum.
" Hepsini bana yedirdin olmaz ki böyle, ben sana almıştım. " diye sitem ettiğinde, gülerek bir tane daha ağzına tıkmıştım.
O bana göz devirirken, sırıtarak sona kalan sarı renkli olanı da ağzıma atarken konuştum.
" Sonra yine alırsın dert etme. " diyip göz kırptığımda, şapkaya alttan bir tane vurup yukarı kalkmasını sağladı." Alırım tâbi. "
Bugün onun işi olmadığı için saatlerce vakit geçirdik. Hayatımın en güzel vaktiydi onunla zaman geçirmek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NİŞANCI BEY-Gay
Ficción General[TAMAMLANDI] B.N.: Sizi dava edeceğim! NİŞANCI BEY: Anlamadım? B.N.: O elinizdeki nişancı silahı var ya? NİŞANCI BEY: Evet? B.N.: Onunla düşmanı vurmanız gerekirdi, kalbimi değil.