EP.1

973 64 53
                                    



İyi okumalarr:):)🥺🥺

Savaş başlamıştı. Şehrin dört bir yanını saran isyancılar, sanki uğruna savaştıkları şey bulundukları toprakmış gibi sert ve zalimce saldırıyorlardı. Marketleri yağmalıyor, fırınlardaki malzemeleri acımasızca yollara döküp, insanları açlığa mahkum ediyorlardı.

Birkaç dakika önce yanlarından geçtiğimiz iki yaşlı fedakar, evlerinin önünde çaresizce ölümün onları almaya gelmesini beklerken, "Şu çocuklara da bak!"demişti biri. "Ne olduğundan bihaber, bisikletlerini sürüyor, parklara gidiyor, oyunlar oynuyorlar. Oysa savaş geliyor, efendim."

Çocuk mu? Eğer birkaç yıl önce hurdadan aldığım bisikletimin freni çalışıyor olsaydı, çekinmeden durur ve onlara beni ne olarak gördüklerini sorardım. Bir çocuk olarak mı?

Üzgünüm. Ancak, önce bana bunun ne anlama geldiğini anlatmaları gerekecekti. Çoçuğun ne olduğunu?

Her şeyi, en başından beri görüyor ve duyuyordum. Evet, savaş geliyordu. Hatta çoktan gelmiş, ensemizde soluklanıyordu. Paramparça olmuş cam kapının arasından kıvrılarak içeri girebildiğimiz market, birkaç gün öncesine kadar capcanlı ve davetkardı. Yaşıyordu.

Oysa şimdi, tavandaki jeneratör, incecik kabloya tutunarak aşağı doğru sarkmıştı ve ışık bir yanıp bir sönerek ürkütücü cızırtılar çıkarıyordu. Devasa buzdolaplarının içi bomboş, raflar delinmiş ve büyük bir kısmı yere dökülmüş tek tük bakliyatlarla doluydu. Tezgahın diğer tarafına saklanmış, yaprak gibi titreyen parmaklarıyla sıkıca kavradığı beyzbol sopasını, kendisine saldırma cüretinde bulunan herkese savurmaya hazır bekleyen yaşlı bir satıcı vardı.

İşte size bahsettiğim şeyin resmî tam da buydu. Savaş... Adeta şehrin ruhunu sömürmüş, insanların içini derin bir huzursuzlukla kaplamış bu resmin adı savaştı. Ve ben de, bunu anlayabilecek kadar büyüktüm.

Tay, raflara koşup, paketlerin içinde kalan pirinçleri eskimiş sırt çantasına doldurmaya başlarken, tezgahın diğer tarafına geçip yaşlı adama sırt çantamı açtım. Evimizde bulabildiğimiz-bir kısmını da başka evlerden aşırdığımız-saatleri, bibloları ya da pahalı olabileceğine inandığımız diğer küçük eşyaları ona gösterirken, "Kalan bütün pirinçleri alıyoruz."diye mırıldandım.

Para değerini uzun zaman önce kaybetmişti. Eğer bir şeyi istiyorsanız, tıpkı eski yıllardaki gibi değiş tokuş alışverişi yapmanız gerekiyordu. İhtiyacınız olan bir şey için, ihtiyacı olan bir şeyi vermeniz...

Şehrin bütün çıkışları kapatılmış, bilet ve ücreti neredeyse tarih olmuştu. Bundan söz etmekten gerçekten rahatsızlık duyuyordum ancak, şehir dışına çıkabilmek için küçük bir bot almak uğruna, bacaklarını açmaktan çekinmeyen insanlar görmüştüm.

Yaşlı adam yavaşça çantamın içine uzandı ve eşyalardan birini alıp incelemeye başladı. Ah, elbette böyle bir cehennemin ortasında kimseye güvenemezdiniz. Altın bir saati dişlerinin arasında oynatarak gerçek olduğunu kabul ettiğinde hızla çantayı elimden çekip kucağına bastırdı. Belli ki, güneye gidebilmek için kullanabileceği geminin kilerinde kendisine bir kişilik yer ayırmaya yetecek bedeli toplayabilmişti.

Hiçbir şey söylemeden, yanımdan geçip marketin arka tarafındaki yarısı kırılmış ahşap kapıya koşmaya başladığında, "Hey!"diye seslendim. Durdu ancak dönüp bana bakmadı. "Güneyin temiz olduğunu nereden biliyorsun?"

Babaannem. Küçüklüğümden beri koruyucu meleğim olarak bildiğim yaşlı kadın, güneyde bir adada yaşıyordu. Babam, isyan başladığı günden bu yana, ahizenin ucunda sabırla ondan bir haber alabilmek için bekliyordu. Ne var ki, gördüğümüz birkaç iyi niyetli kanaatkarın söylediğine göre isyan o bölgeden çıkmaya başlamıştı.

FEARLESS || VegasPeteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin