EP.35 🔞

985 53 95
                                    




İyi okumalaar:);D😜😜



Hua Hin.

Bangkok'un güneyinde bir sahil kentiydi. Kış aylarında olmamıza rağmen son derece sıcak ve güneşli olmasının yanında sanki dış dünyadan bağımsız gibi oldukça da kalabalık ve sakin bir yerdi. Ya da... Doğrusunu söyleyecek olursam, sadece korkusuzlara ait olan bu kent için, savaş henüz başlamamıştı.



Kente girdiğimizde güneş çoktan doğmuştu. Bangkok'takinin aksine havadaki bulut ve sis miktarı yok denilecek kadar azdı ve denizden çocuk kahkahaları duyuluyordu. Vegas kumsal boyunca uzanan kısa ve yemyeşil ağaçların arasına inşa edilmiş, iki katlı ama küçük villalardan birinin önünde durduğunda, Macau heyecanla dışarı fırladı. Üzerindeki pantolonu ya da ayağındaki pahalı spor ayakkabılarını umursamadan yumuşak kumlara bata çıka denize doğru koştuğunu gördüğümde, dudaklarıma sıcak bir gülümseme yerleşirken, "Gerçekten o hâlâ çocuk." diye mırıldandım.




Vegas hiçbir şey söylemeden arabadan inerek, evin yüksek verandasına yöneldi. Tatil evleri yılın belirli zamanlarında ziyaret edilen yerlerdi. Ancak burası sanki sürekli bir yaşayan varmış gibi son derece bakımlı, temiz ve yeni görünüyordu. Kısa çitlerle çevrili küçük bahçesindeki otlar yeni kesilmişti ve yer yer dikili-hemen hemen benim boylarımda-olan ağaçların yaprakları hala yemyeşil ve canlıydı.




Gülümsedim. Burası yüzüklerin efendisi filmindeki hobbitlerin evleri kadar küçük, sevecen ve sıcak görünüyordu. Venice uyanmış sessiz ve boş bakışlarla etrafı incelerken, eğilip yumuşak saçlarından öptüm. Yalnızca yüz metre kadar uzağımızdaki denize bakarak sanki beni anlayacakmış gibi, "Chumphon'u andırıyor..."diye fısıldadım. "Çok güzel değil mi? Orayı da beğeneceğine eminim."



"İçeri gelin!"diye seslendi Vegas. "Dışarısı serin, Venice üşüyebilir."


O söylediği anda havanın güneşli ve sıcak olmasına rağmen, hafif bir esinti yüzüme çarparak titrememe sebep oldu. Hava durumu bir yaz günü gibi yüksek olmalıydı, ancak ağaçların tatlı tatlı sallanmasına ve denizin hafiften yüksek dalgalar yaratmasına sebep olan bir esinti vardı.




Onu dinleyerek, yüksek verandaya doğru adımlarken Venice'in yumuşak battaniyesini daha sıkı sardım. Aslına bakarsanız, üşüyor olduğunu belirten bir tepkisi yoktu. Ağzındaki emziğini sürekli hareket ettiriyor, anlamını bilmediğim bir ifadeyle battaniyenin içinden etrafı inceliyordu. Ancak bir an için yüzü kapandığında, mızıldanarak küçük kollarıyla onu geri itti. Ah, tanrım. Kıkırdadım. Ona inat yapar gibi açtığı boşluğu tekrar kapattığımda, bu kez açmak yerine ağlamaya başladı.

'Seni sinsi küçük yaramaz!'



Vegas, kırmızı ahşap kapının hemen yanındaki sıralı saksılardan birinin altından bulduğu anahtarla kilidi açtığında geçmem için kenara çekildi. Sokak kapısı, doğrudan geniş bir salona açılıyordu. Devasa büyüklükteki odanın bir köşesinde mutfak ve on iki kişilik büyük bir yemek masası dururken, diğer ucunda televizyon ve koltuk takımı vardı. Eski modellerden olan kabartmalı mutfak dolaplarının her bir kapağı farklı renkte boyanmıştı. Aynı şekilde beyaz yemek masasının etrafındaki ahşap, oymalı sandalyeler de rengarenkti. Krem rengi koltukların üzerindeki sayısız yastık sarı, su yeşili ve pudra pembesi gibi açık tonlu renklerdeydi.



"Temiz kıyafetler ve uyumak için üst kattaki sağdan ikinci odayı kullanabilirsin."



Venice'i nazikçe koltuğa bırakırken, yüzümdeki şaşkınlığı gizleyemedim. Tuhaf, ama burası Vegas'a oldukça yabancı görünüyordu. Fazla sıcaktı, fazla samimiydi, fazla renkliydi. Ona hiç yakışmayacak, onda hiç denk gelmediğim bir şekildeydi. Dudaklarım sıcak bir gülümsemeyle gerilirken, "Ev çok güzel..." diye mırıldandım. "Çok renkli."




FEARLESS || VegasPeteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin