21

352 45 14
                                    

Wonwoo karşısındaki kadının yalandan ağlayan gözlerine baktı ve kafasını hafifçe eğdi. Orta yaşlarına merdiven dayamış kadın, elini gözlüklü olanın kollarına götürüp hafifçe sıktı. "Teşekkür ederim" diye mırıldandı sadece. Wonwoo kafasını kaldırıp kadına baktığında gülümsediğini gördü. "Otopsiyi istemediğimi onayladığın için" dedi. Gözlüklü olan bir şey demeden kadının yanından ayrıldı ve odadan çıkıp diğerlerinin yanına adımladı.

Mingyu, Soonyoung, Joshua, Jiya, Aren ve Jeongyeon sırasıyla dizilmiş ve bakışlarını Wonwoo'ya çevirmişti. "Gidelim mi?" bakışları Mingyu'ya kaydı. "Biz neden buradayız?" Aren'in fısıldamasıyla Joshua nefesini dışarı verdi. "Soonyoung yüzünden" dedi. "Jiya'nın sevgilisi değil misin? O geldiyse sen de gelmek zorundasın" Aren göz devirdi sadece. "Biz gidiyoruz, bir işimiz kalmadı artık. Yapacak tonla şeyim var." Aren diğerleriyle vedalaşıp Jiya'yı peşinden sürükleyerek oradan uzaklaşırken Soonyoung da sevgilisinin omzuna kafasını yaslamıştı.

"Gidelim artık" dedi Jeongyeon nefesini dışarı berip. Diğerleri dediğini yapıp peşinden ilerlemeye başladığında Wonwoo, uzun olanın eline uzandı. Mingyu'nun bakışları kendisine döndüğünde gülümsedi sadece. "Yoruldun mu?" Wonwoo kafasıyla onayladı. "Artık fazla zorlanmıyorsun"

"Alıştım" dedi sadece. Ya da Mingyu'nun her an yanında oluşu Wonwoo'nun tatlı özler peşinde koşmasına engel oluyordu. Diğer bir nedeni de Wonwoo'nun sürekli olarak başka şeylere kafa yormasıydı. Sürekli bir şeyler düşünüp o düşündüğü şeyler içinde kayboluyordu. Bu yüzden oldukça arka plandaydı bu durum. Gerçi fırsat bulduğu ilk anda Mingyu'dan yeni kan alması gerekiyordu. Evinde beklettiği kan tüpleri tükenmiş durumdaydı.

Soonyoung ve Joshua diğerlerine dönüp baktığında Wonwoo nefesini dışarı verdi. "Gelmenize gerek yoktu ama yine de teşekkürler" dedi. Joshua kendisine yapışmış bedeni gösterdi eliyle. "Aramız düzelsin diye çabalıyor ama daha doğru düzgün konuşmuşluğumuz yok" sevgilisinin kafasını ittirmek adına elini alnına götürdü Joshua. "Aylar öncesi olan davranışım saçmaydı biliyorum ama bu herifin ne kadar yavşak biri olduğunu da biliyorum. Elimde olmadan kıskandım ve o an en doğru olan şey oradan gitmekti"

"Sevgiline böyle mi hitap ediyorsun Shua"

"Kes sesini Soonyoung" Joshua'nın söylediği şeyle sessizliğe bürünen bedene şaşırmış bir şekilde baktı Wonwoo. Yüzüne alaycı bir sırıtış yayılırken kafasını eğip gülüşünü bastırmaya çalıştı ama pek başarılı olamadı. Kıkırtısı Mingyu'nun kulaklarına ulaştığında gözlüklü olan kafasını kaldırdı. Soonyoung'u süzüp Joshua'ya döndü. "Süt dökmüş kedi gibi duruyor" sesinden her an güleceği anlaşılırken Soonyoung kaşlarını çattı.

"Komik mi sence bu?"

"Evet? Joshua ile aramda bir sorun yok Soonyoung. Bence etrafınla ilgilenmeyi bırakıp sevgilinle olsan iyi olur. Bir daha böyle bir şeye şahit olursam ağır dalga geçeceğim gibi duruyor" Soonyoung ona vurmak adına atıldığı anda Wonwoo da aynı atakta bulunmuştu. Bu elbette bir şakadan ibaretti ama ikiliyi durdurmuşlar ve arkalarına almışlardı.

"Ben bu saçmalığa daha ne kadar maruz kalacağım?" varlığını unuttukları Jeongyeon göz devirdi. Wonwoo diğerleriyle vedalaşıp arabasına yöneldiğinde diğerleri de onu takip etmişti.

Ertesi gün tuhaf bir gün olmuştu. Wonwoo her zamanki gibi merkeze gittiğinde bakışlar üzerinde gezinmişti. Sebebini bilmiyordu ama ilk kez olan bir şey değildi bu. Onunla birlikte içeri giren Jeongyeon hepsine teker teker bakmış ve merkezin ortasına durmuştu. "Tuhaf bir şey mi gördünüz?" diye sordu kaşlarını çatarak. Birkaçı önüne dönerken birkaçı bakmaya devam ediyordu.

Elindeki dosyaları Wonwoo'nun eline bıraktı ve sinirli bir şekilde oradan uzaklaştı. Sinirliydi ve bu anlamsız siniri Wonwoo'yu şaşırtıyordu. Dün gayet sakindi ve bugün her an patlayacak bomba gibi duruyordu.

Odasına giren bedenin peşinden odaya girdi ve kapıyı kapatıp elindeki dosyaları masanın üzerine bıraktı. "Ne bu sinir? Tersinden mi kalktın sabah sabah?" genç kadın elini gömleğinin yaka düğmesine atıp birkaç tanesini açtı ve omzunun birkaç santim üstündeki morluğu gösterdi. "Bunu aranızdan hangi orospu çocuğu yaptı?" diye sordu. Wonwoo'nun şaşkın bakışları üzerinde gezerken gözlerini kapatıp nefesini dışarı verdi. "Dün gece evde biri var diye ayaklandım ama sonrası yok Wonwoo. Sabah ölü gibiydim"

Tanıdık gelen hikaye karşısında elini ağzına doğru götürdü ama şaşırır gibi yaptı bu sefer. "Sıra sende" dedi. "Ne?"

"Kanın birilerine tatlı gelmiş" dedi ve bir şey olmamış gibi davranarak sandalyesine oturdu. Davalarla ilgili dosyaları açıp karıştırmaya başladığında Jeongyeon tuhafça ona bakıyordu. "Anlamadım, öleceğim demek mi oluyor bu?"

"Hayır, büyütme bu kadar yakında öğrenirsin" Jeongyeon nefesini dışarı verdi ve bir şey demeden odadan çıktı. Wonwoo ise kalan zamanını merkezde geçirip birikmiş dosyaları gözden geçirdi. Davayı sonlandırmak adına bir şeyler ayarladı ve gününü böyle tamamladı.

Diğer günleri de davanın sonlandırılmasıyla geçti ve beklediği gibi oldu. Dava olduğu gibi kapatıldı ve bir daha ele alınmamak üzere tozlu raflara kaldırıldı. Kelimenin tam anlamıyla üstünden koca bir yük kalkmıştı. Her şey istediği gibi ilerlemiş ve bitmişti.

Şimdi ise koltuğa oturmuş ve oturduğu yerde hafifçe yayılmıştı. Kafasını arkasına yatırıp gözlerini kapattı Wonwoo. Baştan sona tüm yaşadıkları o kadar tuhaftı ki bir anlığına onların gerçekliğini sorgular oldu. Sonra ne yaptığını fark edip kaşlarını çattı. Önemli olan her şey istediği gibi sonuçlanmıştı, şu an buna odaklanması gerekiyordu.

Bu durumu kutlamak istiyordu. En başında hayatına giren Mingyu'ya teşekkür etmek istiyordu çünkü eğer o gün o olmasaydı şu an muhtemelen aile evinin bir köşesinde külleri duruyor olurdu. Her ne kadar başlarda anlaşamadıklarını düşünse bile kimyaları tuhaf bir şekilde birbirine uyum sağlıyordu.

Kafasının için Mingyu ile ilgili düşünceleriyle doluyken doğrulup telefonuna uzandı yanık tenli olanı aramak adına. Ekranda gezinen parmakları Mingyu'nun ismini bulmuş ve arama tuşuna basmıştı. Wonwoo bekledi. Arama ikinci kez tekrarlanırken nihayet açılsı ve karşı tarafın sesi kulaklarını doldurdu. "Efendim" karşıdan gelen pürüzlü sesle kaşları çatıldı. "Ne yapıyorsun?" sorusundan sonra Mingyu nefesini dışarı vermişti. "Spordaydım, sen napıyorsun? Sesin keyifli geliyor"

"Her şey istediğim gibi oldu, o yüzdendir" dedi. Deein bir nefes alıp sakince verdi ve saate baktı. "Aslında bu akşam bir şeyler yapmak istiyorum Mingyu" dedi "Küçük bir kutlama kendi aramızda, sadece ikimiz" derince yutkundu. İsteği buydu, onunla yalnız kalmak ve her şeyi unutmak.

Sadece ikimiz.

Mingyu'nun sırıttığını hissediyordu. Böyle bir şeye nasıl tepki vereceğini bilecek kadar vakit geçirmişlerdi ve açıkçası bu hoşuna da gidiyordu. Mingyu'nun karşısında utanıp sıkılmak, yanık tenli olanın bunu bilerek yapması ve kendinin de buna uyması sadece hoşuna gidiyordu.

"Tamam" Mingyu'nun sesiyle gülümsedi. "Birkaç saat sonra atacağım konuma gelirsin. Kapatmam gerek, seni seviyorum" kalbi hızlandı. Parmak uçlarına kadar titrediğini hissetti. Mingyu"nun dudaklarından dökülen bu şeyi duymak boğazını kuruttu. "Seni seviyorum" dedi sadece.

O an dudakları arasından çıkabilecek tek anlamlı şey buydu.









-
Sen cok asiksin

red eyes dark night -minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin