08

622 64 65
                                    

Wonwoo yatakta uzanmış bir biçimde tavana bakıyor ve sakin nefesler alıp veriyordu. Bedeni o kadar yorgundu ki yapabileceği tek aktivite buydu sanki.

Üzerindeki yorganına biraz daha sarıldı ve nefesini dışarı verdi. Kalkmalı ve ile gitmeliydi ama bedeni yatağa yapışmış bir vaziyetteydi.

Davet gecesi olan şeylerin üzerinden çok bir zaman geçmemişti. Hatta nereden bakılsa sadece dört saat anca geçmişti ve kalkması gerekiyordu. Biriyle sevişmekten ziyade kanının o kişi tarafından mideye indirilmesi onu halsiz bırakmıştı. Şu an katil dediği kişinin yatağında olması da ayrı bir olaydı zaten.

Zorla da olsa yattığı yerde doğruldu ve etrafına bakındı. Üzerinde ipek bir pijama takımı vardı. Saçları nemli sayılırdı ve açıkçası etrafı tam anlamıyla gördüğü söylenilemezdi.

Bakışları odada gezinmeye başladı. Oda oldukça büyüktü. Bir duvarı boydan boya kaplayan dolap, standart denilebilecek bir çalışma masası, yatağın yanındaki iki komodin, duvar kağıtları ve diğer şeylerle oda dolmuştu.

Bakışları odaya girip elindeki kıyafetlerle dolaba yönelen bedene döndü. Kim Mingyu elindeki beyaz takımı dolabın koluna asmış ve uyanmış olan bedene dönmüştü.

"Günaydın" dedi sadece. Wonwoo ona tuhafça bakarken bakışları odada olmayan saati aradı. "Saat kaç?" Mingyu yanına gelip elini kumaş pantolonunun cebine koydu. "On"

"Neden uyandırmadın?" üzerindeki yorganı çekip ayaklanmak istediğinde kalçasında hissettiği acıyla inledi ve yüzünü buruşturdu. "Sikeyim" dudaklarından dökülen küfürden sonra yavaşça oturduğu yataktan kalktı.

Kendisini yüzündeki sırıtışla izleyen bedeni umursamadı ve nefesini dışarı verdi. Odanın içinde bulunan banyoya ilerleyip kapıyı açtı. Ona görünmeden defolup gitmeliydi, neden uyumayı seçmişti ki?

Gerçi pek de seçtiği söylenilemezdi.

Bacaklarındaki halsizlik yüzünden lavabodan destek aldı ve birkaç saniye aynaya baktı. Beyaz teni daha da beyazlaşmıştı ve yine ölü gibi duruyordu. Dilini dudaklarında gezdirip yüzünü yıkamak adına suyu açtı. Birkaç kez yüzünü yıkadıktan sonra havluyla sildip kapıya yöneldi. Tam o an aklına gelen şeyle durdu be tekrar aynaya baktı.

Üzerindeki ipek kumaşın boynunu kenara doğru çekti ve boyun girintisine baktı. Yine diş izleri vardı ve bu sefer o yer morarmıştı. Parmağıyla hafifçe dokunduğunda keskin bir acı hissetmesiyle hafifçe inledi ve alt dudağını dişledi.

Canı deli gibi yanıyordu.

Bakışları usulca boynundaki ve köprücüklerindeki diğer izlere kaydığında biraz bakınıp yakasını düzeltti ve elini siyah saçlarına geçirdi. Gece olanları elbette hatırlıyordu ve yaptığı şeyi inkar edemezdi. Sadece arzuları doğrultusunda hareket etmesinin bir sonucuydu ve bunda büyütecek bir şey yoktu.

Kapıyı açıp tekrar odaya adımladığı sırada Mingyu'nun hala kendisini beklediğini gördü. Ona tuhaf bir bakış atıp kıyafetlerini eline aldı. "Neden orada öyle dikiliyorsun?" diye sordu soğuk bir tonda. "Her an odamı altüst edecekmiş gibi duruyorsun"

"Yapacak halim varmış gibi mi duruyor?" göz devirmemek adına bakışlarını kaçırıp kıyafetlerini yatağın üstüne bıraktı. "Kıyafetlerimi giyeceğim, dışarıda bekle" dedi. Mingyu sorgusuz sualsiz odadan çıkıp kapıyı kapattığında eli üstündekine gitti.

İpek gömleğin düğmelerini açıp geniş omuzlarından düşmesine izin verdi. Kendi kıyafetlerini özenle giydikten sonra ellerini saçlarına geçirip düzeltti ve eşyalarını cebine koyup odadan çıkmak adına kapıya yöneldi. Kapıyı açtığı an karşısında bekleyen beden yüzünden az da olsa korkmuştu. Bunu umursamayıp yanından geçti.

red eyes dark night -minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin