03

619 65 56
                                    

Kulaklarına dolan telefonunun sesiyle gözlerini aralamıştı Wonwoo. Sesi duyuyordu, kalkıp telefonunu almak istiyordu ama kalkacak gücü kendisinde bulamıyordu bir türlü.

Zorla da olsa yattığı yerden doğruldu. Bedenini o kadar ağır hissediyordu ki taşıyamıyordu resmen. Kafası her an yastığa geri dönecekmiş gibidyi. Telefonun sesi kulaklarını tırmalamaya başladığında daha fazla dayanamayıp ayakladı.

Dönen başı yüzünden tekrar yatağa oturdu. Dengesini sağladıktan sonra ayaklanıp masaya yöneldi ve telefonunu eline alıp aramayı açtı direkt. "Wonwoo" karşıdan gelen ses Changkyun'un sesiydi.

"Tanrı aşkına neredeyse öğlen oldu ne zaman gelmeyi düşünüyorsun?!" uykulu ve yorgun bakışları duvardaki saatine döndüğünde nefesini dışarı verdi. Hala tam anlamıyla ayılmış sayılmazdı.

"Kyun" dedi uykulu sesiyle. "Hiç iyi değilim sanırım gelemeyeceğim"

"Ne, ne oldu? Sesin neden ölü gibi çıkıyor?"

"Bilmiyorum"

"Wonwoo, gelmek zorundasın, bunu sen de biliyorsun" sustu sadece. Bakışları masasının üzerinde duran tek dal güle kaydığında kaşları çatıldı.

Hayır.

Changkyun birkaç şey söyledikten sonra aramayı kapattığında güle uzandı ve bakmaya başladı. Çiçek yetiştirmezdi ve bir çiçeği dalından koparmayı da sevmezdi Wonwoo.

Aklına gelen şeyle derince yutkundu ve tekrar masasının üzerine bıraktı gülü. O kadar yorgun hissediyordu ki şu an bununla ilgilenemezdi. Adımlarını yatağa çevirdi. Gerçekten neler olmuştu?

Dün gece olan şey bir rüya mıydı yoksa yorgunluktan kafayı mı yemeye başlamıştı anlayamıyordu. Yatarak bir sonuca varamayacağını fark edip ayaklandı ve banyoya çevirdi adımlarını.

Yüzünü yıkayıp siyah saçlarına elini daldırdı ve geriye yatırıp aynadan kendisine baktı. Göz altları berbat bir haldeydi ve korkunç gözüküyordu. Dün gece olanların gerçekliğinden emin olmak adına üzerindeki tişörtü kenara sıyırıp boyun girintisine baktı.

Diş izleri.

Kaşları çatıldı. Dün gece olanlar gerçekti. Hayır bu imkansızdı, gerçek olamazdı. Vampir saçmalığı yıllar önce Alacakaranlık ile son bulmuştu. Onlar hiçbir zaman gerçek değildi.

Elleriyle lavaboya yaslandı ve kafasını eğip nefesini dışarı verdi. Dünkü kırmızı gözleri hala hatırlıyordu. Mingyu'nun her ayrıntısı aklındaydı ve söyledikleri, o aradağı kişiydi.

Nefesini dışarı verdiğinde bakışları bileklerine kaydı. O kadar güçlü sıkmıştı ki beyaz teninde hafif morluklar oluşmuştu. Doğrulup titreyen bacaklarını zorlayarak mutfağa ilerledi ve dolabı açtı. Bir tane muz alıp sandalyesine oturduğunda gerçekten hiçbir şey yapamayacak enerjisi olmadığını fark etti.

Aklı dün geceyle meşguldu. Gerçek miydi? Değilse o hatırladığı ve şu an üzerinde taşıdığı izler neydi?

Fazla düşünürse kafayı yiyecek duruma geleceği için boş vermeye çalıştı. Elindeki muz kabuğunu çöpe atıp odasına döndü ve düzgün bir kahvaltı yapmak adına telefonundan bir şeyler sipariş etti.

On dakika sonra kapısı çalındığında kapıyı açmış ve siparişlerini almıştı. Karnını güzelce doyurup duş almak adına banyoya girdi. Yarım saatini bu şekilde harcayıp hazırlandı ve evden çıkmak için kapıya yöneldi.

Normal hayatta ne kadar yorulursa yorulsun böyle hissetmemişti. Şu an bile yürümek bir eziyetken merkeze gittiğinde ne yapacaktı kendisi bile bilmiyordu.

red eyes dark night -minwonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin