Jeon Jungkook, tebeşiri tahtanın önüne bıraktı ve ellerini silkeleyerek temizledi, sınıfa döndü. Şöyle bir göz gezdirip derse pek de odaklı olmadığını düşündüğü öğrencisine seslendi.
"Han Jisung? Şiiri bize okur musun lütfen?" Jisung, adını duyduğu gibi daldığı dünyalardan bir anda kopup kocaman açtığı gözleri ile öğretmenine döndü ve başını sallayıp oturuşunu dikleştirdi.
"Tabi, Jungkooknim. Ihm,hm! Beni görmekten sıkılıp da gidersen, tek bir söz söylemeden göndereceğim seni. Yongbyong'daki Yaksan dağından Açelya çiçeklerini kucak kucak toplayıp yoluna sereceğim. Adım adım giderken, yoluna serdiğim o çiçeklere hafifçe basıp gidin. Beni görmekten sıkılıp da gidersen, ölsem de gözyaşı dökmeyeceğim." Jisung, gayet güzel okuduğunu düşünüp gururlu bir şekilde öğretmenine bakmaya devam etti. Masasına yaslanıp ellerini önünde bağlayan Jungkook, öğrencisine gülümsedi.
"Teşekkürler." Kol saatine kısa bir bakış atıp tekrar sınıfa döndü. "Bir sonraki ders için bu şiiri iyi çalışmanızı istiyorum. İçindeki semboller, bahsedilen duygular, yazıldığı dönemle uyuşup uyuşmayan unsurlar, şairin kendisine ait bıraktığı ipuçları, aklınıza ne gelirse. Mısra mısra hepinize sorarak işleyeceğim. Bu şanslı kişiler artık kim olur, bilemem." Jungkook, lafını bitirdiği an zil çalmıştı. Yazmayı bitiren öğrenciler ayaklanınca son bir şey daha ekledi. "Şairin edebi kişiliğine de çalışmanızı öneririm, görüşmek üzere."
Eşyalarını alıp ağır adımlarla öğretmenler odasına ilerledi. Aklını meşgul etmek adına türlü şeyler yapsa da faydasızdı. Alkolün vücudundaki etkisini bilmiyormuş gibi yaptığı davranışlar, tekrar edip duran bir film sahnesi gibiydi gözlerinin önünde. Başındaki ağrı geçmiyor, kendisini nasıl olur da içkilere bu denli esir bırakırdı, aklı almıyordu. Olduğundan daha fazla terliyordu, sürekli elleri kaşınıyordu. Her zaman taktığı kravat sanki düşman olmuştu ona. Gözlerini kapatmak istemiyordu, sanki Kim Taehyung göz kapaklarında konaklamaya karar vermişti. Ama bu denli farkındalık da, ayıklık da mahvediyordu onu. Uyumak, hayır, yok olmak istiyordu. Böylece yaptığı her şey de onunla birlikte kaybolabilirdi. Zihnini ele geçiren manasız düşünceler onunla birlikte maziye gömülür, her şey olması gerektiği gibi olurdu. Başını deve kuşu gibi eğse de hiçbir şey kaybolmayacaktı oysa. Bu, Jungkook'un kalp sızısı kadar elle tutulur bir gerçekti.
Düşünmeden, düşünemeden yaptığı hareketlerin sonucu olarak sürekli tereddüt içinde hareket ediyordu Jungkook. Öğretmenler odasına girerken duraksıyordu, gözlerini etrafında gezdirirken tereddütlüydü. Onunla karşılaşmayacağının garantisi olan hiçbir yer yoktu. Sabahtan balkona çıkmıştı bir kere, sözde bırakmış olmasına rağmen bir tane sigara dahi içmişti. Tuvalete gidip içeride pantolonunu düzeltirken, kıravatını yeniden bağlayıp ellerini üç kere yıkarken bile içinde kıpırdanan bir şeyler hissediyordu. Kim Taehyung her an bir yerlerden çıkabilirdi. Bu okulun her köşesinde onunla karşılaşabilirdi. Boş bir sınıfa saklanmayı bile düşünmüştü Jungkook fakat öyle bir yerde Taehyung'la karşılaşıp baş başa kalmayı da göze alamazdı. İstifa edip okuldan kaçıp evine de kaçamazdı Jungkook, orada Taehyung'dan daha fazlası varmış gibi hissediyordu.
Derin bir nefes alıp odaya girdi, başını kaldırmadan masasına yürüyüp eşyalarını masasına bıraktı. İçeri adım attığından itibaren üstünde bir çift göz hissediyordu ama iradesini güçlü tutmaya çalıştı, dönmedi o tarafa.
"Jeon Jungkookssi de burada işte. Sabah sorduğumda gelmeyeceğini söylüyordu. Böyle bir eğlenceyi kaçırmayı nasıl göze alıyorsunuz Jungkookssi?" Sahte, küçük bi gülüşle meslektaşlarına dönmek zorunda kaldı. Göz ucuyla kendisine bakan Taehyung'u görebiliyordu. Kısacık, saliselik bir bakış attı ona, sonra yine coğrafyacı Choi'ye döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we started the fire
Fanfiction(and we'll end in flames) colleagues to lovers, misunderstandings, 90's love, highschool teachers @absimisa ile @diamiyamizu ortak hikayesidir