Selam aşkolar, bomba bir bölümle geldiğim için tatava yapmayacağım,
Keyifli okumalar, siz şok,,,,
Yıldızımı parlatın ama unutmayın aşkolar bb
NP: Numcha, In My White Dress
;;;;
Sadece birisi tarafından tutulmak için yapılan çok uzun bir düşüş, diye düşündüm.
Beni tuttu.
"Kalbine bir hançer saplamışsın," dedim soluk soluğa kollarının arasında. "Ama onu hiç öldürememişsin Sevgili Bay Sidra."
"Öyle mi düşünüyorsun?" diye sordu. Beni yere indirmediği için aşağıdan ona bakmak anı daha da tuhaflaştırıyordu. Ve gözleri ve dudakları... yüzü çok yakındaydı. Siyah gözleri alaca bir hal almıştı, neredeyse hipnoz oluyordum.
"Öyle olduğu ortada değil mi?" diyebildim. "Ölmüş olsaydı toprağın altında olurdu ama sen her yere taşıyorsun onu." Kollarımı itip beni yere bırakmasını sağladım. Eteğimi düzeltirken "Hiç yanından ayırmıyorsun," diye devam ettim.
"Karşımda böyle dururken ne yapmamı bekliyorsun?" diye sordu. "Ölmüştün, ellerimin arasında ölmüştün. Ama buradasın. Karşımda duruyorsun ve beni yine tetikliyorsun."
"Bu ağaçların hepsi birbirine benziyor." Ellerimi birbirine silkerken başımı kaldırıp tepemizdeki ağaçlara baktım. "Ama senin de çok iyi bildiğin gibi hiçbiri aynı değil. İstersen bir tanesini dalını keselim ve diğerlerine ne olduğuna bakalım."
Bedenime bir gevşeme geldi. Belki de iç dökmenin rahatlığıydı. Ya da yanında olmanın. İhtimaller vadisinde sürükleniyordum ve hiçbiri benim için iyi değildi. Cevap vermesini beklerken biraz daha ötede olan daha ince bir ağacın yanına gitti, tek elini gözünü benden ayırmadan ağacın gövdesine yasladı ve itti. Buradan bakınca o kadar güç uygulamıyormuş gibi görünüyordu ama ağaç kökünden ayrılıp yere devrildi. Çıkardığı ses irkilmeme neden oldu. İnanamamıştım.
Gösterisi henüz bitmedi. Ağacın artık yerde olan dallarından bir şey kopardı. Avucunun içinde bir tohum vardı. "Peki bu tohumu buraya ekersem," dedi biraz önce sökülmüş ağacın yerine eğilip. "Hala farklı mı olur?"
Kanım donmuştu. Başımı sallamayı başarabildim. "Farklı olur," dedim hırsla. "Çünkü o ağaç öldü. Bak orada yatıyor. Bunu anlaman için daha kaç canı alman gerekiyor?" Ağaç için gözlerim dolmuştu. Çok mu hassastım o mu çok kötüydü.
"Gerçekten sınırların yok," dedim yola doğru ilerlerken. "Kendi düşüncelerine öyle takıntılısın ki seni haksız çıkaracak ihtimalleri bile yok etmeyi kafana koymuşsun. Ben sana hiçbir şey anlatamam. Ben sana hiçbir şey kanıtlayamam."
"Yine kaçıyor musun?" diye bağırdı arkamdan.
"Kaçıyorum!" diye bağırdım omzumun üzerinden dönüp. "Çünkü yine kalbimi kırıyorsun ve eline geçen ilk fırsatta yine kıracaksın."
Bir an can havliyle yüzüm buruştu. Ayağımın altında keskin bir sızı hissettim. Yere eğilip bakınca ayaklarımın hala çıplak olduğunu fark edip içimden küfür ettim. Bir şey ayağımı kesmişti ve felaket sızlıyordu. Ama burada durup ona muhtaç olmaya niyetim yoktu. Ayağımın ucuna basarak karanlığın içinde yol kenarına doğru yürümeye devam ettim. Rezalet durumdaydım. Vampirler canıma tak etmişti. Yarın sabah eşyalarımı toplayıp bu kasabadan defolup gidiyordum. Mısır'a yerleşecek ve firavunları aptal vampirlere tercih edecektim.