Herkese merhaba v keyifli okumalar diliyorum!Yıldızımızı parlatacağız unutmayalım lütfen;
NP: Andrew Lloyd Webber, The Phantom Of Opera
**
Bulutlu serin bir sabaha uyandım. Gözlerimi aralamama sebep olan şey ne günışığı ne de huzursuzluktu. Şakaklarımda dolanan serin parmak izleri beni kendine doğru mıknatıs gibi çekiyordu. Pencerenin açık olduğunu gördüm, rüzgar içeriye hücum ediyor ve kalın, kırmızı perdeleri kornişlerinden ayırmak ister gibi uçuruyordu. Buna rağmen hava ne soğuk ne de fırtınalıydı. Rüzgarın dokunuşları da, tenimin üzerinde bir tüy kadar hafif dokunuşlarda ninni gibi tatlı hissettiriyordu.
Pencereye doğru yan dönmüş şekilde yatıyordum ve hemen arkamdaki varlığını hem fiziksel hem de tüm sinir uçlarımı uyaracak kadar yoğun bir duygusal çalkanışla hissediyordum. Onun varlığının farkındalığıyla birlikte oda daha da büyüyor tavan daha da yükseliyordu. Perdeler uçuşuyor ve günün kasvetli sabah ışıklarını içeriye çağırıyordu. Dokunuşu çenemin hizasından boynuma doğru kaydığında dudaklarımı aralayıp hafifçe nefesimi verdim. Dokunduğu yerlere küçük iğneler batıyor gibi hissediyordum ve doğrudan yüzüme çarpan rüzgar iğnelerin üzerinde şok edici uyarılara neden oluyordu.
Yarı yarıya uykulu halimle içgüdüsel bir şekilde sırt üstü dönerek aramızda kalan kolumu yukarıya doğru kaldırdım. Onunla göz göze gelmeyi bekliyordum ama simsiyah bakışları şimdi parmağının takip ettiği köprücük kemiğimde dolaşıyordu. Gözleri iğne uçlarından da rüzgarın baskısından da daha yakıcı bir hal alıyordu. Başka bir nefesle göğsümün şiştiğini hissettim.
Sidra Dekalton iri bir adamdı. İri bir vampir... Her açıdan iri. Çok uzun boyluydu ve onunla yan yana uzandığımda omuzlarının genişliği arasında kolayca kayboluyordum. Kapkara saçları ve gözleri ile ürkütücü bir çekiciliği vardı. Hatları tamamıyla düzgündü. Ama hiçbir şey serin bakışları kadar aklımı başımdan almıyordu muhtemelen.
"Asistanın iki saat önce geldi," diye mırıldandı gözlerini tenimden ayırmadan ki bu söylediklerine konsantre olmayı zorlaştırıyordu ve hala tam olarak uykum açılmış değildi. "Sana ulaşmayı denedi ama başaramadı. Ofisten birileriyle konuşuyordu ve yeni gelecek biri için çok heyecanlı olduğunu söyleyip durdu." Hafifçe başımı sallamaya çalıştım. Bir şekilde kendimde bir güç bulup duş almak ve dişlerimi fırçalamak istiyordum. "Bu garip çünkü Reyna'da gece boyunca yazdığı durduğu mesajlarında gelecek birinden bahsedip duruyordu."
Dudaklarımı ıslatıp yavaşça, "Başkasının mesajlarını okumayı kesmelisin," diye terslendim. Daha önce de yapmıştı ve bunu yaparken herhangi bir rahatsızlığı yoktu. Bu gerçekten can sıkıcıydı, özellikle Reyna'nın mesajları... Tanrım, kim bilir neler söylemişti.
"Ve yaklaşık yirmi dakika önce birisi geldi," dedi onu hiç azarlamamışım gibi. Makul şartlarda zaten onu pek azarlayamıyordum ama en azından denediğim için takdiri hak ediyordum. "Yeni çalışanın olduğunu söylüyor."
"Kahretsin," diyerek doğruldum. "Geç kaldım." Ve geç kalmaktan nefret ederim. Çalışanlarıma karşı böyle bir tutum sergilemekten daha çok nefret ederim. Herkesin prensipli olmasını istiyordum özellikle de saatler konusunda ama buna ben uyum sağlamazsam onlardan beklemek epey iki yüzlülük olurdu. Yataktan zıplayıp hızlıca üstümü başımı düzelttim.
"Asla bir adamın yatağından başka bir adam için kalkmamalısın." Birden karşıma, kapıyla arama girdi. Hızıyla neredeyse rüzgardan sendelediğim kadar irkildim. Gözlerimi kırpıştırıp ona kızmayı hedefliyordum ama onun yüzünde gördüğüm rahatsızlık benimkini ekarte etti.