budama

156 11 96
                                    

eliyle satılık tabelasını alıp yere atan son chaeyoung, sonunda hayallerindeki eve kavuşmuştu.

aslında ev için de değil, güzelim güzeli serası için almıştı bu eski malikaneyi. siyah bahçe kapısını açıp içeri girdi. iki katlı koyu kahverengi renklerini bürümüş şato benzeri malikanesinin önünden geçip ortama uymayan, bembeyaz serasının demir parmaklı kapısına geldi.

sarı saçlarını iki yandan ören kız, güzel gülümsemesini takınıp cızırtılı ses çıkaran demir kapısını itip içeri girdi. tam ortada demir bir masa, etrafında ise kilden saksılarında solmuş çeşit çeşit çiçekler vardı.

içeri girdiği an gülümsemesi de solmuştu, hızlıca masanın üstündeki kırılmış saksıya yaklaştı. kökleri dışarı fırlayan sarısı solmuş fulyayı avcuna aldı. bu güzel çiçeğin hangi katilin elinden geçtiğini merak ediyordu. resmen kürekle cinayet işlemişti.

çiçeği, avuçlarının arasından saksınındaki dağılmış toprağına bıraktı.

burası içini karartmaya başlamıştı.

geri geri adımlar atarken bir şeye takılıp sendeledi. gergince yere bakıp ne olduğuna baktı. yeşil bir sulama kabı olduğun görünce az da olsa rahatlamıştı ama sulama kabının içinde bir şey olduğunu görünce yeniden gerilmeye başladı.

biraz eğilip içine baktı. garip bir ses geliyordu. biraz daha yaklaştı, gerçekten meraklanmıştı.

içinden bir arı fırladı. küçük bir çığlık atıp hızlıca dikleşti. kalp atışları hızlanmaya başlamış, nefes alış verişleri darlanmaya başlamıştı. elleri titremeye başladı. sanki bir mezerlıkta diri diri gömülmeyi bekleyen biri gibiydi. ölü çiçekler ona bakıyor, kulağına adını fısıldıyorlardı. kulaklarını kapattı. hızlıca geri geriye giderken sırtı demir kapıyla buluştu. sesler sıklaşmaya, daha da yükselmeye başladı. derin nefesleriyle sertçe kapıyı açmasıyla önünde eşi belirdi.

''chaeyoung! iyi misin?''

sana'yı görmesiyle her şey durmuş gibiydi. sesler kesilmiş, nefesleri düzenlenmişti. sana, endişeli bakışlarıyla ona bakıyordu. kollarını örgülü kıza sardı. chaeyoung da sıkıca kollarını beline sarmış sana'nın boynuna sığınmıştı. korkmuş sesiyle

''götür beni buradan.''

-

elindeki beyaz kupasıyla camdaki aracı izlemeye başladı. yük arabasından kovanlar tek tek indirilyordu.

sana işçilerin başında durmuş, arılara hiçbir şekilde zarar gelmediğinden emin olmak istiyordu.

kahvesinden bir yudum alıp bu sefer gözlerini malikanenin bahçesinde gezdirmeye başladı. otlar ve bazı zararlı bitkiler burada daha azdı ama arka bahçede, çok kötü şeyler yaşanmıştı.

camdan ayrılıp yatak odalarından çıktı. merdivenlerden inmeye başladı. duvarlar fil dişi renginde, kendi çiçek tablolarıyla süslenmişti.

kapının kulpunu tutup açtı. önünde balkabağı bahçesini görünce yine iğrenmişti. balkabakları yüzünden değil, onların etrafını saran sarmaşıklardan iğrenmişti.

kollarını göğsünde birleştirip yavaşça ilerlemey başladı. arka bahçe ne büyük ne de küçüktü. çitlerin yerini uzun ağaç ve çalılar kaplıyordu. balkabakları rastgele bir şekilde ekilmiş, toprağı kupkuruydu.

chaeyoung geçirdikleri bir hafta sonucu onlara hala alışamamış, her gördüğü an hüzünlenip, üzülüyordu.

bir balkabağının önünde durup ona doğru eğildi. solmuş turuncu rengi, umutsuzluğun en belirgin rengi gibiydi. chaeyoung'dan bir damla su alsa bile işine yaramayacaktı.

michaeng softHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin