Kendimi, tuhaf bir huzurla eve attığımda annemi mutfakta şarkı söylerken bulmuştum. Beni fark etmeden odama ulaşmayı dilesem de, içgüdü ya da nöron ya da refleks ya da önsezi mi bilmediğim özel güçleriyle çoktan mutfak kapısında dikilip bana az sonra saatlerce konuşacağını anlatan ve benden fitili ateşlememi bekleyen bakışlarından atıyordu. Suçlulukla karışık, sevimli olduğunu tahmin ettiğim bir gülümsemeyle ona bakıp merdivenlere yöneldiğimde daha fazla dayanamayarak konuştu.
"Hoş geldiniz Eylül Hanım."
"hoş buldum ve çok yorgunum." dedim, ona kırgın olduğumu anlaması gerekirdi.
"kaç kere aradım neredeydin? sabahın köründe evden çıkıyorsun insan bir haber verir. hayır o telefon niye hep elinde o zaman sana ulaşamıyorsam?" evet anne Grahambell telefonu icat ederken bu kadar söyleneceğini bilse benim vebalimi almak istemez, icadından vazgeçerdi.
"şarjım bitti. bütün gün fotoğraf çekmem gerekiyordu ödevim için. falan filan. sana kolay gelsin, ben odamdayım." normalde annemi öper, öyle odama çıkardım ama beni aldığım saçma kararlardan döndürememiş ya da sürüklendiğim bir kargaşadan kurtaramamış olmaları onlara karşı kırgınlığımın artmasına neden olmuştu. hiç tanımadığım bir çocuktan daha ilgili olmadıkları için. Bizim evimiz daima huzurlu bir evdi; insanlar kapının, çatının ve duvarların arasında kalan bizim için kolaylıkla bunu söyleyebilirdi ama gerçekler kısmında benden daha iyi fikir yürütemezlerdi. Babam beni severdi ama asla bunu söylemezdi, aramızda çok büyük bir bağın olduğunu hissetmezdim de. Annemde beni severdi ama ilgisi ben büyüdükçe azalıyormuş gibi uzaklaşmıştık. çünkü ben hiçbir zaman erkek arkadaşını, kız kavgalarını ya da düşük aldığı dersteki sitemini ailesine anlatabilen bir çocuk olmamıştım, olamamıştım. Birbirimizden çekinirdik ve aşırı sevgide bulunmazdık. herkes eve geldiğinde odasına çekilir ve kendisiyle kalırdı. Yani babam yorgun bir halde televizyon izleyerek günü bitirir, gazete okur ya da kitaplarını okurdu. Annemse ya onunla beraber televizyon izler ya da kendini mutfakta her ilgisini çeken tarifi uygularken bulurdu. Bende kitap okur, arkadaşlarımla mesajlaşır ya da çeşitli araştırmalar yapardım. hobilerim arasında aklımdaki sorulara cevap bulmak vardı ve bunları konuşacak birilerinin yokluğuyla kendini yalnız ilan etmek hiç zor değildi. Ağlamazdım çünkü çoğu insanı sinirlenecek kadar umursamıyordum çünkü sahiplendiğim çok şeyim yoktu ve son olarak laf anlatmaktan hiç hoşlanmazdım.
"o oda niye kilitleniyor peki eylül?" sorusunu duymazdan gelerek merdivenleri çıktım ve kendimi odama attım.
Sabah büyük bir kararlılıkla çıktığım odama, tüm gardını ve doğrularını yıkan bir çocuk sayesinde yeni biri olarak girmiştim. Yapacağım aptallığı haykıran aynama baktım ve saçma notumu silmeye giriştim. Bordo rujumdan olduğum yetmiyormuş gibi birde onu çıkarana kadar ovmak zorunda kalmıştım. Elimdeki bez ve bitkisel temizlik ürünüyle gerçekten intihardan dönmüş bir kız izlenimi veriyordum (!) sonunda işim bittiğinde kendimi yatağıma attım ve telefonumu açıp galerime girdim. Karşıma çıkan resimlerle huzurlu bir gülümsemenin dudaklarıma yayıldığını çok sonradan fark edebilmiştim, odağa bakan ve gülümseyen iki yabancının bu kadar içten olabilmesi mümkün müydü? Ege? Aptal bir kızın saçma planına dahil olduğu için pişman mıydı acaba?
Güneşli bir cumartesi, benim açımdan oldukça güzel geçmişti ve hatıralarım arasındaki en taze, en anlamlı gün olarak kalacaktı. Tek şüphem, Ege'nin düşüncelerinin benimle uyuşmamasıydı. Bir daha görüşeceğimiz umuduyla onun yanından ayrılmıştım ve şimdiden o günün ne zaman olacağını hayal ediyordum. Ya o? O ne düşünüyordu? Çocuksu ama ağırbaşlı ifadesinin anlattıkları nelerdi? Kahkaha atarken karnımızı tuttuğumuz gün onun için ne ifade ediyordu? İlk öpücüğümün anlamıysa kafama yeni dank eden bir başka konuydu. Beni öpmesinin açıklamasını kendine nasıl yapmıştı? Çünkü ben, bir bakış, bir gülücük, bir öpücük için çok fazla, çok sonsuz anlamlar yüklemiştim. Kafam saniyede milyonlarca varsayım üretirken kalbim, uzun zamandır hissettiği boşluğun yerine bir kargaşayla ağırlaşmıştı. Uzun zamandır bu kadar anlamlı konuşmalar yapmamıştım kendimle, sorunlarıma ürettiğim çözümler pek yapıcı değildi. Ama ne olursa ol- mesaj sesiyle elimdeki telefonu aldım ve ellerimin büyük bir beklentiyle nasıl dolaştığını fark ettiğimde derin bir nefes alıp kendime gelmeye çalıştım.
EGE.
"selam, işler yolunda mı?"
Ahh, mesaj atmasını beklemiyordum işte.
"sayılır, ama önemli bir şeyi unuttum. Hiçbir şey yapmak zorunda değilken benim için her şeyi yaptın, büyük bir aptalın mutlu sonu. Yani, teşekkür ederim." Bir cesaretle mesajı yolladım ve gözlerimi kırpmadan ekrana bakmaya başladım. Gözüm acımıştı ki yanıt geldi.
"tatlı bir kızın asıl başlangıcı desek daha doğru olur, sözünü unutma ki unutturmayacağım, senin için her şey daha yeni başlıyor."
"haklısın, zaten nedense hep haklısın. Ve niye bu kadar haklı olmak zorundasın?"
"eh, dışarıdan bakmakla içeride olmak farklı şey, seni yargılamıyorum."
"ama bütün bu şeyler olmasa... belki de tanışamayacaktık." Dedim, her işte bir hayır vardır sözünün tasdiki olmuştu.
"ama sen bana bir şey anlatmasaydın tanışmamızın bir önemi de olmayacaktı. Ama bence bunları geçmeliyiz."
"tabi. (karşındakinin haklı olması sinir bozucu) umarım bundan sonrada birlikte vakit geçirebiliriz? Yani, umarım."
"benimle misin derken bunu kastetmiştim, canın çorba istediğinde gel."
"zaten gelecektim, ama nereye çağırırsan gelirim de. Benim için anlamının ne kadar büyük olduğunu bilemezsin."
"ihtiyacın olduğunda ya da olmadığında bana ulaşabilirsin."
"pişman olmamanı umuyorum."
"olmayacağım."
Sonrasında telefonumu komodinime bıraktım ve üzerimdeki tatlı yorgunluğu atmak üzere uykunun kollarına bıraktım. Uykuya... uyumanın çözemeyeceği bir şey yoktu....
Pazar gününü ders çalışarak geçirdim ve günün sonunda ömrümden giden koca bir günün sadece dandik, hiçbir şey ifade etmeyen bir sınav için harcanmış olmasının hüznünü duyuyordum ve tabi, oksijeni karbondioksite çevirmenin yorgunluğu da vardı. Akşam yemeği için annemin seslenmesini bekledim, çağırdığında da masaya oturup çorbamı içmeye başladım. İştahla yemeğime devam ederken iştahımı kaçıransa babamın anlamsız sorusu oldu.
"dersler nasıl gidiyor?"
"normal." Cevabıma sinirlendiğini görebiliyordum, bunun için annemin kaş göz yapmasına hiç ihtiyacım yoktu.
"hedefini tutturabilecek misin peki bu normallikle?"
Kafamı kaldırıp saate baktım.
"saat 8 olmuş. Hedefim için gidip ders çalışayım" dedim ve masadan kalkıp odama çıktım. Yatağa kendimi bıraktım ve ilk kez, büyük bir yorgunlukla ve ihtiyaçla gözyaşlarımı serbest bıraktım. İstemiyordum. Üzerimde ad koyamadığım bir huzursuzlukla yaşamak gerçekten çok zordu. Neye ihtiyacım olduğunu da bilmediğim için bu sürükleniş nereye gidecek, nerede bitecek hiçbir fikrim yoktu.
Bu odada, bu mahallede, bu şehirde yalnızmışım, yapayalnızmışım gibi hissetmek çok acıtıyordu. Bir amaca ihtiyacım vardı, uğruna nefes alacak bir amaç istiyordum. Ne olabilirdi? Liseyi bitirip üniversiteye geçmek istemiyordum. Hayat okulundan mezun olmak, saçma atom modellerini ezberlemekten daha tatmin edici olurdu. Aklımda, valizini toplayıp çekip gidebilen insanların ne kadar şanslı olduğuyla ilgili düşünceler dolanmaya başlamıştı. Bende gitmek istiyordum, gitmek ve mutlu olmak. Sınava 2 ay kalmıştı. İlk sınavım oldukça iyi olsa da bunun pek bir önemi yoktu. Hala başarılı sayılmak için bir sınavdan daha göz kamaştırıcı notlar almam, bir üniversitede meslek edinmem ve en sonunda bunca uğraşa rağmen kapı kapı dolaşıp iş bulmam gerekiyordu. Düşünürken bile yorulmuştum.
Odamın kapısı çalındığında yüzümü sildim ve hiç ses çıkarmadan annemin odaya girmesini bekledim. Babamın söylediklerini iletecek, neyin var diyecek sonrada ilgilendim diye düşünerek bir kez daha odamdan çıkacaktı. Öylede oldu. Çıkarken lambamı kapadı ve gitti. Oysa ben lambayı kapamasını istememiştim ki...
Hemen kalkıp laptopumu açtım ve kendime bir liste yaptım. Galiba hayattaki amacımı bulmuştum, yapacak cesaretim olduğundan emin değildim ama denemek için hiç şüphem yoktu.
Sadece 14 gün sonra 18 yaşıma gireceğim, dedim kendi kendime. İki hafta sonra beni kim tutabilir ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFESTEN ÖTE
ChickLitYarın kendimi öldüreceğim ilk gün, ve işler yolunda giderse son olacak. Kararsızım. Yaşamaktan vazgeçmek ya da yaşamaya devam etmek arasında değil, nasıl ve ne zaman gitmeliyim? Ne zaman sonsuzluğa kucak açmalıyım? Güne başlar başlamaz mı, yoksa bi...