12.

155 7 0
                                    

Sessizce, başımız öne düşmüş bir halde Nilsu'nun yatağında oturuyorduk. Anlattıklarımdan sonra söyleyecek hiçbir şey kalmamış gibi susuyorduk. Fena şeylerden, kötü anların bahsinden sonra ne söylenirdi?

Parmaklarımla oynamayı bırakıp Nilsu'ya baktım, baktığımı hissettiğinde kafasını kaldırdı. Bakışlarımızın bu ufak sihrini her zaman sevmiştim.

"ölmek istemenin ne olduğunu en iyi ben bilirim, rol çalma kevaşe!" deyip gülümsediğinde, engel olamadığım saçma bir kahkaha sesi çıkarttım. Az önce Ege'yle asıl tanışmamızı anlatmıştım.

"hala kendimi çok aptal hissediyorum Nil, evden çıkarken sadece geri dönmeyeceğimi düşünüyordum, fazlasını değil."

"anlıyorum. Dört duvarın nasıl bir kafes gibi insanı zorladığını... sende bir nefes almak istemişsindir." Konuşurken duvardaki fotoğraflara baktığında içim acıdı.

Üç yıl önce, Nilsu'nun anne ve babası, Pınar Teyze ve Yakup Eniştem, büyük bir trafik kazası geçirmişlerdi. Kazanın bedeli, kendisinden daha ağır olmuştu. Kendilerine çarpan arabadaki adam, kalp krizi geçirdiği için arabanın kontrolünü yitirmiş ve arka koltukta uyuyan henüz 5 yaşındaki oğluyla teyzemlere çarpmıştı. Dört bedenin acısını hissetmiştik, hissediyorduk. Amcam ve o adam olay yerinde hayatını kaybetmişti. Teyzem ve minik çocuk ise, komaya girdi. Hastane odalarının önündeki havayı hala soluyormuşum gibi, feryat eden insanların sözleri hala kulaklarımda. Ama en acı hatıra, Nilsu'nun kayıplarıyla yüzleşmesiydi. Ağlamaktan fazlasını yapmak isteyip, bir şey yapamaması ve geçirdiği krizler. Kendini çok yalnız hissettiğini anlıyordum, bize rağmen. Haberlerde gördüğümüz ve asla başımıza gelmezmiş gibi anlık üzüntü –daha doğrusu acıma ile- baktığımız şeyler, hemen yanı başımızda olunca kelimelerin ya gözyaşlarının hükmünün hiçbir önemi kalmıyordu. Kafamıza taktığımız, acısını hissettiğimizi söylediğimiz onca şeyin başkalarının acılarının yanında ufacık kalmasıyla başımız öne eğiliyordu.

"onları çok özlüyorum." Dedi, ağladığı için boğuklaşan sesiyle.

"biliyorum... ama onlar hayattayken sana verebilecekleri her şeyi verdiler." Kafasını salladı. Bu anlarda edilecek hangi teselli, kalpteki büyük ve ne olursa olsun doldurulamayacak boşluğa iyi gelirdi ki?

"sizinle kaldığım seneleri hatırlıyorsun dimi? Her gece yaptığımız konuşmayı?" güldüm, tabi ki hatırlıyordum.

"evet, hala geceleri dualarıma karışırlar."

"benimde. Sen prensini buldun ama ya ben? Ahh, vakit varsa demek ki!" deyip nefesini hızla üflediğinde haince kıkırdadım. İmalı bakışımı attığımda çoktan ne söyleyeceğimi anlamış olmalı ki, yanakları kızardı. Bu hayatta benden çok kızaran biri varsa o da Nilsu'ydu.

"Poyraz'la konuştuklarını anlatmadın sahi? Yoksa büyüsü bozulsun mu, istemiyorsun?"

Yastığını kafama attı.

"büyüymüş, ondan olsa olsa kara büyü olur."

"hah! Mesajını silmedim Nil. Yakışıklı çocuk kısmını hatırlatırım."

"önemli olan iç güzelliği, gördün ne kadar sinir olduğunu. Böyle kitapvari konuşmalar felan, hiç sevmem." Bu cümlesi üzerine artık kahkaha atıyordum. Bazı şeyleri hatırlatmanın zamanı gelmişti.

"vitamini kabuğundadır!!" komik değil bakışını attığında konuşmama devam ettim.

"eskiden her gece yaptığımız konuşmayı hatırlıyor musun?" dedim, yalnızca birkaç saniye önce konuştuklarımızı hatırlatarak.

NEFESTEN ÖTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin