"18 yaşıma girmeme sadece günler kaldı, birkaç gün sonra her şey düzelecek gibi." Dedim.
Başını eğip,
"ben gireli 2 ay olmuştur spoi vereyim, hiçbir şey değişmiyor." Ona döndüm.
"sesinde hep umutsuzluk var gibi ege? Bir şeyleri değiştirebileceğine inanmıyor musun?"
"bilmem, denemek konusunda her zaman tembelimdir."
"ne yapmak istiyorsun?"
"ne konuda?"
"hayatın."
"eylül, istediklerimin bir önemi var gibi görünüyor mu? Bazen suya düştüğünde çırpınmak yerine akıntının seni alıp götürmesine izin verirsin. Öyle işte. Belki de böyle olması gerekiyor."
"belki de böyle olmasa da olur."
"sen beni boş vermemiştin." Dediğimde bakışlarımı ona çevirmiştim. Gözleriyle –açık, berrak ve pırıltılı dingin gözleriyle- bana cevap verdi. Bir parıltıyı hissettiğimde, midemdeki kelebeklerin kanatlarını çırpışını duyduğumda belki de yapmamam gereken bir şeyi yaptım. elimi ağır ağır yüzüne koydum ve okşadım, ona tüm sevgimi verebilirdim. O bana böyle bakarken, o beni elini uzatıp ayağa kaldırdığında; hayatımdaki yerinin, zamana ya da kadere rağmen bile her zaman benim kalbimin en derini olduğunu söyleyebilirdim.
Dokunuşumla ürperdiğini hissettiğimde elimi geri çekmek istedim ama buna izin vermeden elimi tuttu ve tenimin tanıdığı, yumuşak ve sıcak dudaklarını alnıma bastırdı. Huzur kelimesini tüm anlamını bu dokunuşa atfedebilirdim. Ama ani çekişiyle, çatılan kaşları beni telaşa düşürmüştü.
"ateşin var." içime çöken rahatlama hissiyle biraz gülümseyebildim.
"önemi yok. Üzerim açık uyuyakaldığım için olmalı." Dedim.
"eczaneden ilaç alalım." Dediğinde, içimdeki yaramaz kızı tutamadım.
"bana sizde bakabilirsiniz doktor bey." Güldü, içten ve kısa bir gülüş.
"ama benim tedavi yöntemlerim biraz farklı."
"ahh, iyileşeyim yeter doktor, yaşayıp görecek şeylerim var benim; tutacak bir sözüm var."
Cümlemi tamamlamıştım ki, o tanıdık sıcak dudaklar bendeki, ait olduğu yere dudaklarıma değdi. Sorgulamadım ve itaat ettim, nefesten öte bir yaşamak tutturduk mavi gökyüzünün altında, altımızda kayan yorgun bir şehirde.
Geri çekildiğimde ateşimin hayli yükseldiğine emindim, gözlerimi ondan kaçırsam da konuşmadan edemedim.
"iyileştim mi şimdi?"
Güldü, şimdiye kadarki en uzun gülüşüydü. Kulaklarıma değen boğuk sesini sonsuza kadar hafızama kazıdım.
"alternatif tıp. Kesin sonuç yok. Şimdi birde ilaç içelim." Yüzümü buruşturdum. Çirkin bir ilaçla, onun dudaklarının tadını kaybetmek hiç işime gelmiyordu yine de sustum, bunu ona anlatacak kadar ateşim yoktu. Bunun yerine elimi alnıma koyup ateşimi ölçmeye çalıştım, ama ölçebildiğim bir sıcaklık hissedemedim.
"geçmiş gibi. Evet evet gibi değil geçmiş. Yaşasın alternatif tıp." Dediğimde beraber güldük. Gülmem sonlanırken telefonum çaldı. Açmak istemesemde sesli bir müzik çoktan aramızdaki havayı dağıtmıştı. Elimi çantama atıp, küçük bir uğraşla hem titreşen hem de yüksek sesle çalan telefonu çıkardım.
Nilsu.
Ahh, hiç sırası değil. Nilsu konuşursa susmaz, susmazsa güler, gülmezse ağlar ama eğer benimle konuşuyorsa hattımı saatlerce meşgul eder. Ve ben o saatler boyu onun anlattıklarını dinler, yorumlar ya da gülerim. Ama dert anlatma sırası asla bana gelmez.
Telefonu kapadım ve önüme döndüm havada asılı kalan konuşmamız ortamı sessizleştirdi.
"doğum günün ne zaman?" ansız ve alakasız sorusuyla ona baktım, daha sonra sorunun cevabını bildiğim için direk söyledim.
"25 Nisan."
"cumartesiye denk geliyor." Onayladım.
"sınava az kaldı biliyorsun, çok sık görüşemeyebiliriz. Babam döner dönmez, yoğun çalışma dönemim başlar." Dedi, bense sık görüşemeyeceğiz kısmını söylediğinden beri, içimden gözyaşı döküyordum.
"doğum gününde birlikte bir şeyler yapabilir miyiz?" dedi. Cevabımın evet olduğunu bildiğini biliyordum.
"tabii. O günü bekleyeceğim." Gülümsedi ve uzanıp elimi tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFESTEN ÖTE
ChickLitYarın kendimi öldüreceğim ilk gün, ve işler yolunda giderse son olacak. Kararsızım. Yaşamaktan vazgeçmek ya da yaşamaya devam etmek arasında değil, nasıl ve ne zaman gitmeliyim? Ne zaman sonsuzluğa kucak açmalıyım? Güne başlar başlamaz mı, yoksa bi...