Yatağımda, 18 yaşıma kalan günleri saniyeye çevirmeye çalışırken muhtemelen beynim yanınca uyuyakalmıştım. Saat henüz 6'yı geçmişti. Bugün okul vardı ama ben izinliydim, ailemi bu konuda ikna etmek kolay olmasa da okula olan isteksizliğime sonunda boyun eğmişlerdi. Yataktan uyuşukça kalktım ve banyoya girdim. Henüz kimse uyanmadığı için sessizce hareket ediyordum.
Tekrar odama geldiğimde ne yapacağımı düşünürken içim, içimdeki bir yer aslında ne yapması gerektiğini biliyordu. Hislerime de her zaman aklımdan daha çok güvenirdim. Telefonumu aldım ve bir mesaj yazdım.
EGE.
"günaydın" cevap vereceğinden emin değildim, bu saatte pekala uyuyor olabilirdi.
"günaydın, erkenciyiz" yüzüme bir sırıtış yayılırken dans etme isteğime boyun eğdim ama bu kabulleniş yerini acıya bıraktı. Ayağımı yatağa çarpmıştım ve canım epey yanmıştı.
"erken uyumuştum, ya sen?"
"dükkandayım."
"ya, okula gitmeyecek misin?"
"sanmıyorum, zaten ders işlenmiyor"
"bizde de öyle, bende gitmiyorum. Acaba biraz çorbanız var mı?"
"ehh, biraz olacaktı niye kendin gelip bakmıyorsun?"
"bana çıkma teklifi mi ediyorsun?" ilk gün bana kurduğu cümleyi hatırlattım.
"güzel fikir, çok gecikme" büyük, aptal bir gülüşle hazırlanmaya başladım. Yüksek bel jeanimin üzerine trompet kollu açık mavi bluzumu giydim. Saçlarımı dağınıkça örüp omzuma bıraktım ve azıcık gözlerime makyaj yaptım. lacivert ayakkabılarımla, lacivert çantamı aldım ve odamdan sessizce çıktım. Hiç yapmadığım şekilde çok sık dışarı çıktığımı düşüneceklerdi ama pek umurumda değildi. Yine de gitmeden önce buzdolabına, post-ite yazdığım notu astım ve evden çıktım. Eğer hızlı yürürsem minibüse yetişecektim. Durağa nefes nefese geldiğimde minibüsün zamanlaması daha iyi olamazdı. Tanıdık birkaç yüzle şehir merkezine kadar sessizce gittim.
Sadece bir gün önce adım attığım yollardan, her şeyin başladığı çorbacıya doğru büyük adımlarla gittim. Derin bir solukla dükkana girdiğimde, hemen karşımda kasada oturan Ege'yle göz göze geldim. Gülümsediğinde, rahatlayarak bende gülümsedim ve ilk geldiğimde oturduğum masaya oturdum. Yalnızca bu kez sırtımı ona dönmemiştim. Ben sandalyeme yerleştiğimde, eline aldığı menüyle yanıma geldi ve sırıtmamaya çalışan ifadesini koruyarak,
"günaydın, ne istersiniz?" dedi. Biraz düşünüyormuş gibi yaparken bir yandan da sırıtıyordum.
"bir ezogelin çorba ve ımm.. bana eşlik edecek bir arkadaş var mı acaba?"
Güldü, kısa gülüşüyle masamdan ayrıldı ve sanırım çorbamı getirmek için gitti. Ellerimi nereye koyacağımı bilemeden onu bekledim. Döndüğünde ekmek sepeti ve iki kase çorbayı taşıdığı tepsiyi masaya koydu. Tek kaşımı azıcık kaldırıp,
"bir çorba demiştim..." dedim.
"evet duydum." Soran gözlerimi üzerine diktim aslında gözlerimi üzerinde biraz daha tutabilmek için yapmış da olabilirdim.
"bende içeceğim."
Gülümsedim. Önüme ittiği kâseyi azıcık daha çektim ve karşıma oturmasını bekledim.
"nasılsın?" dedi sonunda.
"iyi hissediyorum. Sen?"
"bende. Bugün babam yok, dükkânda boş. İyiki geldin." Dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFESTEN ÖTE
ChickLitYarın kendimi öldüreceğim ilk gün, ve işler yolunda giderse son olacak. Kararsızım. Yaşamaktan vazgeçmek ya da yaşamaya devam etmek arasında değil, nasıl ve ne zaman gitmeliyim? Ne zaman sonsuzluğa kucak açmalıyım? Güne başlar başlamaz mı, yoksa bi...