Sıradan (!) bir gün

359 31 20
                                    

*Araf Kumsal*

Ellerim cebimde okuldan çıkmış, eve gidiyordum. Yine sıradan bir gündü sabah uyanmış, hazırlanmış, okula gitmiş, derslere kendimi vermeye çalışmış, ders tarih olunca da kafamı sıraya gömmüş rahatsız bir uyku çekmiştim.

Evet, gerçekten de sıradan bir gündü.

İçimden eve şu an hiç gitmek gelmiyordu. Hoş gitsem ne olurdu ki?...

Ailemle aslında bir sorunum yoktu. Onlar bana fazla değer verirdi ama ben bunca yıl bana iyi davranmış, hiç bir şeyimi eksik etmemiş olan aileme karşı hiçbir şey hissetmiyordum.

Çok garip değil mi? Anneme ve babama karşı hiçbir şey hissetmiyordum. Nefret etmiyordum lakin sevmiyordum da.

Onlara karşı sevgi hissetmemem bana asla normal gelmiyordu.

Çünkü bir kere aramızda kan bağı vardı değil mi? İnsanı kan da mı çekmezdi? Bende tık yoktu.

Bunu ben her gün düşünüyordum ama sonuca varamıyordum, sonu sisli, dumanlı bir labirent gibiydi.

Bunları boş vererek yolun karşısında olan parka doğru ilerledim. Genel anlamda küçük -daha ana sınıfına bile gitmeyen bebeler- çocuklar vardı.

Bankalardan birine oturup çocukları tabiri caizse dikizlemeye başladım. İnsanları uzun uzun incelemeyi severdim lakin "günümüz şartları" gereği gözlerimi fazla üzerlerinde tutmazdım ki rahatsız olmasınlar.

Ben parktaki neredeyse bütün çocukları izlerken, kaydırağın tepesinde olan kumral kıvırcık saçlı, koca gözlü, beyaz tenli küçük bir çocuk dikkatimi çekti.

Çok tatlıydı...

Acaba yanına gitsem yanlış anlaşılır mıydım?...

Derin bir nefes aldım. Gerçekten durumumuz neden böyleydi? Normalde hiç düşünmeden yanına gidip sevebilirdim ama... Dediğim gibi "günümüz şartları" buna asla uygun değildi.

İçimdeki o dürtüye dayanamayarak, merdivenleri tırmanarak küçük; tatlı şeyin yanında gittim.

Merdivenler her basamakta ses çıkardığı için ilk başta irkilmiş sonra da gelen kişiye yani bana gözlerini, art arda kırpıştırarak bakmıştı.

Yavaşça dizlerimin üstüne çöktüm ve benden korkmaması için gülümsedim. "Sen burada tek başına ne yapıyorsun?" İlk başta ona söylediğimi anlamamış, saf saf etrafına bakmıştı.

En sonunda etrafta kimsenin olmadığını sadece ikimiz olup onunla muhatap olduğumu anlamış, çekinerek bana bakmaya başlamıştı.

Masumluğuna ve tatlılığına iç geçirdim. "Kaydıyaktan kayacaktım ama koyktum." Bazı harfleri söyleyememesi kahkaha atmama sebep olmuştu.
(Ç.N: Kaydıraktan kayacaktım ama korktum.)

Korkması normaldi çünkü genelde küçük çocukların kullandığı küçük kaydırak yerine, en yüksek ve hızlı olanının yanına gelmişti.

Elimle aşağıdaki küçük kaydırağı gösterdim. "Oradan kayarsan korkmassın." Diyerek onu ikna etmeye çalıştım. Ona buradan kayamayacağını söylediğimde minik kaşlarını çatıp, bir ayağınıda yere vurup "Hayıy, buyası oşun." Dedi.
(Ç.N: Hayır, burası olsun.)

Gülmemek için burun kemerimi sıktım. "Ama korkuyorum dedin." Dedim.

Dudaklarını büktükten hemen sonra gözleri dolunca afalladım.

Ne yapmıştım ki?

Ağlamasın diye hemen "Hey! Hey! Hey! Tamam ağlama, buradan beraber kayarız sende korkmazsın!" Ben  telaşlanmış bir şekilde ağlamasın diye çabalarken, artık nasıl bir surat ifadem varsa küçük kaşları gevşemiş, kıkırdamıştı.

Yanıma yaklaşıp elime, daha doğrusu -eli küçük olduğu için- sadece işaret parmağımı tutmuş, beni çekiştirmeye başlamıştı.

Bana güvenip elimi tutması içimden ılık bir şeyin akmasına sebep olmuştu.

Kaydırağın ucuna gelince belinden tutup havaya kaldırdım ve sırtını göğsüme yaslanacak şekilde kucağıma aldım.

"Bu arada adın ne senin?" Diye sordum. "Aşel." diyince gülümseyip "Asel." Dedim kafasını sallayıp ellerini çırptı ve kaydırağı gösterdi.

Kaydırağa iyice yerleştikten sonra Asel belki rahatsız olur diye direk kucağıma oturtmak yerine sol bacağımın üstüne oturttum.

Yavaşça bedenimi kayması için öne doğru meyil ettim. Biz kayarken Asel tatlı, sevimli çığlıklar attı.

Biz böyle yarım saatten fazla kaydıraktan kaymıştık. Tabii bir arada onu çok az bir süreliğine salıncak da sallamıştım...

Bunun daha önce aklıma neden gelmediği için kendime küfür ettim. Resmen biz burada oyun oynar iken dünyadan soyutlanmış bir şekilde hiçbir şey düşünmemiştim.

Bu çocuğun annesi veya babası neredeydi?

Asele döndüm ve "Asel senin annen nerede?" Asel ilk başta gözlerini kırpıştırdı sonrada "Anne?" Diye mırıldandı.

Asel'in gözleri dolmaya başlayınca, numaradan kaşlarımı çatıp baş ve işaret parmaklarımla birlikte yanaklarını iki yandan sıkıştırıp bırakmaya başladım.

Her seferinde dudakları büzülüp gevşiyordu. "Aaa-aaa! Ağlamak olmaz, ağlamak eğh! Şimdi bulacağız anneyi tamam mı?" Olumlu anlamda kafasını sallayınca rahatlayarak nefesimi verdim.

Ağlamadan kurtarmıştım...

Asel'in kucağımda ki yerini sağlamlaştırarak oturduğumuz kaydıraktan kalktım.

İyide evini nereden bulacaktım...

"Asel sen evin nerede biliyor musun?" İlk başta gözlerini yere dikip derin derin düşünmeye başladı.

Birkaç dakika sonra kafasını kaldırıp "Eveeyt!" Diye şakıdı. "Bana göstere bilir misin?" Dediğimde parkın sol tarafını gösterdi ve bende yürümeye başladım...

*****

HUHHHH nasılsınız? Umarım iyisinizdir.

Kitabı nasıl buldunuz?

İlk bölüm peki?

Modeller?

Araf?

Asel? (Yerim yia)

Kapak nasıl bu arada?

Peki ismin uzunluğu? LZNNDNDNDKDSK

OY VERMEYİ YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN Kİ ERKENDEN BÖLÜM GELSİN EHEHEHHE

Yazım hatası vs vs varsa kusura bakmayın sizi seviyor ve sulu öpücüklerimi yolluyorum<3333

18.12.22





1 Dakika 1 Dakikayı Tutmaz BxBHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin