Ertesi gün, öğleden sonra iki sıralarıydı. Hava yağmurluydu. Midem öyle isyan ediyordu ki yağmur sesine meydan okuyordu. Israrla yemek yemeyi reddettim ve WhatsApp'a girdim ama bu bir alışkanlıktı; kimse yazmamış olmasına rağmen mesajları kontrol ediyordum. İç çekerek bir şarkı açtım.Houses - Peasants
Gözlerimi kapıya dikmiştim ama kapıyı seyretmiyordum. Şarkının notaları karşımda klip çekiyordu. Sözleri jilet gibi derimi kesiyordu, akanın kan değil de gözyaşı olduğunu gözlerimi kapadığımda anladım. Akmaması için direniyordum. Sanki beni izleyen biri vardı da ağladığımı görmemeliydi. Gözyaşlarım yok olana dek gözlerimi kapalı tuttum ama fazlası geliyordu. Kenarlardan sızmaya cüret ettiler. Yenilgiyle gözlerimi açtım ve fazlasının gelmesine izin verdim. Dahası aktıkça izlenmişlik hissini de kendisiyle götürüyordu.
Bunun olmasından nefret ediyordum. Bu ağlama biçimi insanın kontrolü dışıydı. Nerede olduğun gerçekten önemsizdi; o kadar dolmuşsun ki en alakasız şeyle birlikte taşıyordun.
Şarkının bitişiyle mesaj sesim aynı anda oldu.
O: Ne yapıyorsun?
Ben: Müzik dinliyorum
O: Güzel. Sana bir parça önereyim
O: Twenty One Pilots-Goner
Cevap vermeden şarkıyı dinlemeye başladım.
Ben: Beğendim
O: Herhalde beğeneceksin
Cevap yazarken içeriye neredeyse iki gündür görmediğim babam girdi. Beni görmeyi beklemediği çatılan kaşlarından anlaşılıyordu.
''Bu saatte evde ne işin var?'' dedi soğuk bir ses tonuyla.
Benim verecek bir cevabım ve bu durumlarda kullanacak bir beynim olmadığından sessizce yüzüne bakmayı sürdürdüm. Şunu söylemeliyim ki, beynim işlevini çoktan yitirmişti.
''Sana bir soru sordum.''
''Hastayım.'' Nasıl aklıma geldiğini düşünürken aslında yalan olmadığını fark ettim.
''Ariana,'' dedi dikkatle. ''Neden evdeyim sanıyorsun? Okuldan bir telefon aldım. Üç gündür okula gitmiyormuşsun.''
''Sadece bugün gitmedim ve onun sebebi de hasta olmam!''
Çatılan kaşları son halini aldığında yanakları kızarmaya başlamıştı. Bana inanmadığı ortadaydı. Öyle sinirli görünüyordu ki kullandığı sakin ses tonu beni ürpertti. ''Ariana,'' dedi. ''Telefonunu ver.''
Hiçbir şey yapmadan söylediği şeyi idrak etmeye çalıştım. Bu olası bir şey değildi.
''Telefonunu ver!''
''Baba, lütfen--'' Yanıma geldi ve telefonumu elimden hızlıca çekip aldı.
''Bütün hayatın bu lanet olası alet oldu. Biraz dünyaya bak ve ders çalış!''
İşin garibi internetimin elimden gitmiş olmasına üzülüyor olmam değildi, Kyle ile bir hafta konuşamayacak olmamdı.
-
Kyle ne yapıyordu acaba? Aniden ortadan kaybolmama dair bir şeyler düşünmüş olabilir miydi? Ya da umursamayıp işine geri mi dönmüştü? Onun umurunda bile değildim. Yapacak daha önemli işleri olduğunu düşünüyordum.
İşemek gibi, diye düşündüm.
Babam, yalnızlığım ve daha birçok duygularımla birlikte beni odamda yalnız bırakıp gideli yarım saat kadar olmuştu. Çıldırıyordum. Telefonum en iyi dostumdu ve şu an benden uzakta, savunmasız bir şekilde tek başınaydı. Yarım saattir beynimi çökertecek şeyler düşündüğüm yatağımdan kalktım. Kapımı açıp merdivenlerden yavaşça indim. Mutfaktan sesler geliyordu ve sanırım yemek yiyordu. Bir an önce evden ayrılmasını dileyerek yeniden odama çıktım. Zaman benim için tamamen durmuş, geçmek bilmiyordu. Zaman geçirmek için duş almaya karar verdim. Yaklaşık yarım saat banyodan çıkmamıştım. Sonunda derilerim buruşmaya başlamıştı ve bu benim için kötü bir görüntüydü. Ayrıca bugün aldığım ikinci duşumdu. Merdivenlerden hızlıca indim. Evde bir canlının olduğuna dair hiçbir iz yoktu. Fırsattan yararlanıp babamın odasına girdim ve telefonumu saklayabileceği yerlere bakmaya başladım. Genelde önemli şeyleri koyduğu bir kasası vardı ama şifresini bilmiyordum. Onun dışındaki baktığım yerlerde bir şey bulamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
WhatsApp Savior
Teen Fiction''Merhaba :)'' ''Kimsin?'' Hayatımı değiştiren, beni her geçen gün biraz daha ölüme sürükleyen tek bir mesaj.