Adalet/Zulüm

152 35 55
                                    

Küçükken, daha anne ve babamın yamacında olduğum vakitlerde annemden hâlâ daha unutamadığım bir nasihat almıştım. Bana güzel ahlakın en değerli miras olduğunu, ve güzel ahlakın içine dahil olan en değerli hususlardan birinin de adaleti gözetmek olduğunu söylemişti. Gözlerimin önünde yapılan bir adaletsizliğe şahit olduğum vakit, susmamın beni dilsiz bir şeytan kılacağını ve eğer susmazsam elimden gelen bir şey olmasa bir düzeni değiştiremesem bile bir kaç insanın mutlaka hayatına etki edebileceğimi öğütlemişti.

O yaşlarımda henüz dünyanın bataklığından ve bu bataklığın pisliğinin temelini büyük bir adaletsizliğin oluşturduğundan bir haberdim. Büyüdüğümü ise bu adaletsizliğe ilk şahit oluşumda fehmetmiştim. Babamın öldüğü gün dahi onun ölümüne sebep olup kaçan trafik canavarının vicdan yoksunluğunu ve adaletsizliğini anlayamayacak kadar küçüktüm. Ben adaletsizlikle buraya adımı mı attığım ilk gün tanıştım. Ben buraya adım attığım gün büyüdüğümü fark ettim. Adaletsizliğin her tonunu Kudüs'te tanıdım. Ve buna bu şehirde şahit oldum. Bir halka yapılan zulme, o halkın elinden alınan şehrin zulümden kızıllaşmışlığına, o şehre sahip olduğunu iddia eden yabacılara ve yabancı oldukları halde yalancı sahipliklerini göstermek adına insanların canına kıyışlarına burada şahit oldum...

Adaletsizlik dünyanın her yerinde kısım kısım kendini belli ediyordu elbet. Ancak bana büyüdüğümü fark ettiren bu iki kavramla,adalet ve adaletsizliğin her manasıyla ben bu şehirde tanışmıştım. Adaletin ve zıddı olan zulmün ne olduğunu öğrendiğimde ise bunun bu şehre has olmayışını acı bir şekilde anlamış ve kabullenmiştim.

Bunu bildiğim andan itibaren ise içimde ve zihnimde kıvılcımlanmış ateş hızını alamadan tüm bedenimi durmamı imkansız kılan bir enerjiyle fitillemişti. O günden beri neredeyse soluksuz bir şekilde bu zulmü ortadan kaldırmanın yolunu arıyor, durmadan çabalıyordum. Derdim zulmü tümüyle ortadan kaldıran bir güç olmak değildi. Bunu yapamazdım da elbet. Lâkin derdim bu alevi her yanı kuşatan zulme su taşıyan minik bir karıncanın dahi olsa görevini üstlenmekti. Bir kertenkelenin ateşi söndürmeye yardım etmek yerine o ateşi harlamasının haysiyetsizliğini üzerime yakıştıramıyordum. Nemrut zalimi babam İbrahim'i (a.s) aynı şekilde ateşe atmayı layık gördüğünde o ateşe boyuna bakmadan şu taşıyan karıncaya hayrandım ben. Ateşi söndürmek için birşey yapmaksızın ateşe üfleyen ve harlayan kertenkelenin vicdansızlığına ise düşman...

Bu kıssayı abimden dinlediğimde anlamıştım ki bu iş ve kutsal cesaret boya, posa,yaşa yahut güce bakmıyordu. Mesele bir şeye gönül vermekti. Gönlünü verip, Allah için bir zulmü ortadan kaldırmaya gayret ettiğinde karınca da olsan insanların ve ve belki de tüm varlıkların hayretini ve sevgisini celbedecek kadar değerli kılınabiliyordun Allah tarafından. Çünkü sana emeğinin karşılığını veren Allah, sana ölçüsü kendi katında saklı olan bir değeri de bahşediyordu beraberinde...

İşte ben de tam olarak buna taliptim. Rabbimin biriciği, değerlisi, razı olduğu bir mucahide olmaya. Konu başarmak değildi çünkü. Bunu tümüyle kavramıştım. Konu çabalamaktı. Konu bir yere varmak değildi, yola çıkmaktı...

Elhamdulillah ki Rabbim yola çıkmayı bir armağan olarak bahşetmişti ömrüme.

Metrelerce ötemden takip edildiğimi bilerek yürüdüğüm yolun sonuna ulaşıyordum. Hedeflediğim yere artık sadece bir kaç metre uzaklıktaydım. Türkiye'den bir kaç haftadır beklediğim bir haber ve beraberinde ziyaretçilerim vardı. Ormana bugün girme sebebim de zaten rahatlamaktan ziyade onlarla gizlice görüşmekti. Zira o günden, vurulduğum ve askerlerin ölmemi istediklerini apaçık belirttikleri günden sonra üzerimde hissettiğim gözlerin  ağırlığı iyileşmemden evvel daha fazla artmıştı.

BİR KUDÜS MASALI (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin