Karanlık, çok fazla karanlık... Hiçbir şey göremiyorum. Hatta öyleki göz kapaklarımın açık mı yoksa kapalı mı olduğunu bile anlamaktan acizim. Yürüyorum. Yani sanırım. Etraf o kadar karanlıktı ki, yerimde mi sayıyordum yoksa adım mı atıyordum? Bilemiyorum. Birisi buraya bilim adamlarını çağırsın çünkü siyahtan siyahı buldum.
Aslında yapabiliyordum, zor anlarımda kendimi güldürmeyi. Ama şu anda hiçbir şey hissetmiyorum ve de hiçbir şey bilmiyorum. Nerede olduğumu, nasıl olduğumu ya da ne olduğunu... Bekledim, belki birisi benim için gelir ya da en azından beynime hatırlamadığım anılarım dolar diye. Ama sadece bekledim. Ne gelen vardı ne de gelen.
Sadece hiçlik. Sonum muydu bu? Ölüm müydü benim için gelen? Ya da gelemeyen... Hani nerede o herkesin bahsettiği beyazlık. Nerede o benim ışığım? Onu bile karartacak kadar mı karanlığım, ben?
Ayakta duramadım. Kendimi yere bıraktım. Oturup oturmadığımdan bile emin değilim. Belki de uçuyorum aslında. O zaman nerede bana karşı koymaya çalışan hava? Sahi burada hava var mıydı? Nefes alıyor muydum ben? Yaşayan biri çekerdi nefesi içine yaşamaya devam etmek için. Ben yaşıyor muydum ki? Umarım yaşıyorumdur.
Ayağa kaktığımı düşledim. Evet şu anda ayaktaydım. Adım attım ileriye doğru usulca. Evet yürüyordum. Tekrar adım attım ileriye doğru ama bu sefer daha kendinden emin. Hemen pes etmezdim. Edemezdim. Eğer şu an nefes almıyorsam bile alacaktım.
Kendimden bu kadar emin söylemiştim bunları ama içimdeki o ufak ses buna inanmıyordu. Sadece umarım diyordu. O ses bütün beni yıkıyordu. Emin olamıyordum. Yalvardım Allahıma onun susması için. Bir müddet daha adım attıktan sonra fark ettim. Susmuştu o cılız ses.
Ama şu anda da emin değildim çünkü sallanıyordum. Bir depremdeymiş gibi. Deprem oluyordu ve ben bir binada mıydım yoksa başka bir yerde mi bilmiyordum. İstemsizce yere eğildim. Ellerimi kafamın üzerinde birleştirdim ve sıkıca kapattım açık bile olduğunu bilmediğim göz kapaklarımı. Bekledim sadece durmasını. Hayır. hala bir acı hissetmemiştim.
Bekledim sarsıntının bitmesini ve beklediğime değdi. Sarsıntı bitince açtım gözlerimi. Bu sefer emindim açtığıma çünkü etraf bembeyazdı. Bir süre bekledim gözlerimin ışığa alışmasını. Uzun zamandır yaptığım gibi. Ama yelkovan ne kadar akrebin peşinde koşsa da bu olmadı. Alışmadılar bu beyazlığa. İnanmamıştım zaten hiçbir zaman alışacaklarına. Ayağa diklendim ve ışığa doğru yürümeye başladım.
Bir an duracak gibi oldum. Acaba doğru yöne mi gidiyorum diye ama durmadım. Hissediyordum. Çağırıyordu beni. Beyazlık beni istiyordu. Onlar da katlanamamışlardı bu kadar uzun bir süre karanlık tarafta kalmama.
Arda Sancaktar
Dakikalar geçmişti kazanın üzerinden ama görüntüler çok tazeydi. Gözlerimi ne kadar yumarsam yumayım daha çok beliriyordu kaza anı gözümün önünde. Onun motordan düşüşünü her saniye tekrardan izliyordum.
Elimi sertçe kafama vurdum. "O çocuk gibi sen niye ona uyuyorsun, aptal. Niye yarış yapıyorsun?." Sol elimde bir acı hissettim. Elime baktığımda yumruk yaptığım parmaklarımın tırnaklarının avcuma battığını fark ettim. Elimi açmayı denemedim çünkü acısın, daha da acısın onun canının yanmasının cezasını en azından böyle çekeyim.
Şu an onun bedeninin yanındaydım. Motorun düştüğü yerin üç adım uzağına yuvarlanmıştı küçük bedeni. Nefes alıyordu. Kontrol etmiştim solunumunu engelleyen bir şey var mı diye. Yoktu. Ambulansı aramıştım. Yoldaydı ama ne zaman gelirlerdi bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Hayatlarımız ~Ara Verildi~
Chick-LitGeçmişin mürekkebi geleceği lekeledi. En güzel hikayeler içinden lekeli olan onlar için seçildi. Leke onlara lanet gibi geldi. Bu lanetten, lanet onları ele geçirmeden kutrulabilecekler mi? Birbirini gerçekten tanımayan iki insan,en olmadık zamanda...