O olayın üzerinden tam altı saat geçmişti. Ben odama çekilip ağlamaya devam ettim. Nazan Teyze iki de bir yanıma gelip "kızım akşamdan beri hiçbir şey yemedin. Gel hadi sofrayı hazırladım. Arda da kızmaya başladı" diyordu. Onun da sesi hüzünlü geliyordu ama böyle bir olay yaşadıktan sonra nasıl normal hayatıma devam edebilirdim ki? Bir süre ses vermedim. Zaten ses de kesilmişti.
Yatağıma uzandım tekrar, bu eşsiz manzarayı izleyerek yaşadıklarımı unutmaya çalıştım. Ama olmadı. Silah sesi aklımda dönüp dönüp duruyordu. Vurulma sahnesini görmemiş olsam bile aklıma türlü türlü ölüm senaryoları geliyordu. Neresinden vurmuştu kızı? Çok canı yanmış mıydı? Bunları düşünürken yine gözlerim doldu. Gözümde biriken yaşlar tam taşıyordu ki kapıyı biri tekmelemeye başladı.
"Aç şu lanet kapıyı ve yemeğe gel yoksa bu kapıyı kırarım ve burada kaldığın süre boyunca burayı yaptırmam" dedi Arda öfkeli ses tonuyla. Onu daha da kızdırmak istemiyordum ama ya ben? Benim suçum neydi? Bu kadar üzülmeyi hak etmiş miydim? Belki de etmiştim. Kardeşini kaybetmiş bir insana benim söylediğim gibi şeyler söylenir miydi? Hiç sanmıyorum.
"Beni duyduğunu biliyorum. Eğer üç saniye içinde dışarı çıkmazsan ben sözlerimi icraata dökeceğim" dedi. Bunu o kadar ciddiyetle söylemişti ki odamın kapısını açtım, gözlerimdeki yaşları silmeden. Eseriyle gurur duysun istedim. Tam kapıya tekrar vuracaktı ki kapıyı açtım. Eli havada kaldı. Beni görünce yutkundu. Elini indirdi.
"Bir daha benim sözümden çıkmayacağına söz verirsen yemekten sonra sana sürprizim var" dedi. Çocuk muydum ben? Beni sürprizle kandırabileceğini mi düşünmüştü? Ama içim bir hoş olmuştu. Mutlu mu olmuştum? Olmuştum, yalan yok. Bu kadar salaktım işte. Bu kadar saf.
Ailem dışında kimse bana üzüldüğüm için sürpriz yapmamıştı. Aksine benimle alay etmişlerdi. "Sen buna mı üzüldün?", "Ezik", "Ucube", "Bebek" gibi kelimelerle hep kırmışlardı minik kalbimi. Bu sözleri bir daha duymamak için o minik kalbi bir taşa çevirmiştim. Çok ağır bir olay yaşamadığını taktirde ağlamıyordum.
"Sen istediğin için değil, acıktığım için geliyorum" dedim duygusuz tonla. Artık ne kadar duygusuz çıkarsa. Merdivenlerden aşağı inerken kolumdan tuttu. Bir ayağım boşlukta sallanıyordu şu an. "Yemeğini bitir ve arka bahçeye gel" dedi. Beni bıraktı ve kolidorda ilerlemeye başladı. Arkasını dönüp şefkatle bana baktı. "üzerine bir şey al. Hava soğuk" dedi. Bu adamın sorunları vardı. Bir an çok şefkatli olup bir an da katil olamazdı bir insan. Hem geleceğimden nasıl bu kadar emindi? Bunu ona sormadım.
Koşar adım mutfağa gittim. Nazan Teyze oradaydı. "Kahvaltı?" dedi. Daha doğrusu sordu. Kafamı salladım. O bana kahvaltı hazırlarken ben de sofrayı hazırladım. Aynı zamanda da ona sorular soruyordum. Arda ve Dilay küçük yaşta anne babalarını kaybetmiş Nazan Teyze onlara bakıcılık yapmıştı. Yani Nazan Teyze öyle anlattı.
Kahvaltımı yaptım. Üzerime bir hırka alıp dışarı çıktım. Her ne kadar gitmek istemesem de çok merak etmiştim. Bahçeye çıktığımda Arda oturmuş beni bekliyordu. Beni görünce ayağa kalktı gülümseyerek. Gülümsemek ona yakışıyordu. Ama bu durumda gülümsemesi o müthiş gülümsemesini söndürme isteği uyandırıyordu içimde.
"Eee... ne göstereceksin?"
Bana cevap vermeden yanimda bitti. Aniden belimi kavramasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Bu kadarına da pes. Belimi tutan elinden kurtarmak için onun önüne attım adımımı. Eli boşa düştü. Bir adım daha atarak çapraza, önünden çekildim. Yaptırımla afallasa da istifini bozmadan yoluna devam etti. Belimde olan eliyle bana yön vermeden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolan Hayatlarımız ~Ara Verildi~
Genç Kız EdebiyatıGeçmişin mürekkebi geleceği lekeledi. En güzel hikayeler içinden lekeli olan onlar için seçildi. Leke onlara lanet gibi geldi. Bu lanetten, lanet onları ele geçirmeden kutrulabilecekler mi? Birbirini gerçekten tanımayan iki insan,en olmadık zamanda...