05

79 6 17
                                    

05

17 Aralık 2017

Halamın çiçekçisinden çıkıp arabasına binecektik ve seraya gidecektik Tufan abinin serasına. Şu tamı tamına 43 gündür ben, ben değildim ne mental olarak ne de diplomat olarak. Varden elinde halamın alacak-verecek defteri ile çiçekçiden çıkıyordu. Halam da arabanın içinde bizi bekliyordu.

"Hadi kızım ya hızlan azıcık." diye söylendim.

Çiçekçinin kapısını kilitlerken Varden, "Geliyorum kızım azıcık sabret aa. Her şeyi bana at sonra da 'hadi kızım.' de." diye söyleniyordu.

"Sus! Ben büyüğüm senden avarelik büyüğün enayilik küçüğün derler Varden Hanım." dedim ona dalaşarak.

"Kim demiş onu bakalım Topal Necmi mi? Sadece bir ay büyüksün anca uzat dur meseleyi Aylin. Uzat tamam mı? Hem nerem enayi benim kızım ama doğru olan şu ki sen avaresin, daha tezini bile tamamlayamayan kızsın sen. Dahası senin yerine kimin tamamladığını da bilmiyorsun tezini. Yazık be hayırsız, insan bulur teşekkür eder muhbirini." dediğinde anahtarı çantasına atıp arabaya bindik. Öne Varden arkaya da ben oturdum.

"Sana ne kızım istediğimi bulur istediğime teşekkür ederim sana ne. Hem ben mi dedim tezimi tamamla diye o kişiye. Zaten benim yazdığım tezi o sadece temize çekmiş o kadar her ne kadar ıslanmış olsa da. Yoksa benim tezim o başkasının değil." Halam donuk bir şekilde elindeki tuttuğu kağıda bakıyordu. Varden ile göz göze geldik. 'N'oldu?' bakışı attık birbirimize ama yanıtı ikimizde bilmiyorduk.

Elimi halamın omzuna koydum ama halam bize bakmıyordu. Varden elini halamın direksiyondaki eline, kağıdı tutan eline, koydu.

"Anne. İyi misin?" diye sordu Varden.

Başımı yana eğdim halamın yüzüne bakmak için ama gördüğüm sağ gözünden çenesine düşen göz yaşları oldu.

"Hala. N'oldu? Biri mi geldi, n'oldu? Anlatsana." dedim arka arkaya sıralayarak.

Halam elindeki kağıdı bana uzattı. Bu bir etiketti. LC WAİKİKİ etiketi. Mavi yazının üstünde bir şeyler yazıyordu. Halamdan buruş buruş olmuş etiketi aldım. Kat izi iyice derinleşmiş neredeyse yırtılmaya gelmişti. Olabildiğince düz bir konuma getirdim etiketi. Ön yüzüne mavi logonun üstüne siyah tükenmez kalemle eğik bir şekilde dört kelime yazıyordu.

Nazende Tanyeli Nalbantoğlu anısına...

Başımdan aşağı sanki koca bir kova dolu kan boşaltılmıştı. O an etrafı kırmızı görmeye başladım. Avuçlarımda da sanki kırmızı izler vardı. Dönüp dönüp tekrar okudum yazılan dört kelamı.

Nazende Tanyeli Nalbantoğlu anısına...

Nazende Tanyeli Nalbantoğlu anısına...

N.T.N. anısına...

Başımı kaldırıp halama baktım. O da bana korku dolu çehre ile bakıyordu. Kara gözlerinde sanki toprak kayması oluyordu ve o toprakta da kayan benim annemdi. Annem. Babamın sürekli 'Nazende Sevgilim.' diye seslendiği kadın. Beni dünyanın kirli kollarına bırakıp kendisini beyaz kefenli ahiret yoluna bırakan kadın.

Arkasını çevirdim etiketin orası daha fenaydı. Siyah, ingilizce, küçük küçük yazılan bilgilendirme cümlelerinin üzerine iki damla kanlı parmak izi vardı. Kanlı. Annemin miydi bu kan ve bu DNA? Annemin miydi bu koyu kızıl renk ve iç içe geçen sanki ağaçların yaş halkalarını andıran kırmızı çemberler. Gözlerimi parmak izinden ayırıp başka noktaya baktım. Sağ alt köşesinde tırnak içinde "Ş" harfi vardı ve yanında da sanki zihnimde çatlaklara yol açılması istenilen bir gülen yüz.

İSTİLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin