4

116 6 1
                                    

4

Pub'ın arka tarafından dışarı çıktığımızda Arıkan ile Yiğit birilerini aradılar hemen. Ama ben sadece Yiğit'in konuştuklarıyla ilgileniyordum.

Sinirle burun kemerini sıktı ve elini saçından geçirdi. "Hemen alın kadını çok fark edilmeden. Sonra da koğuşa götürün. Geliyoruz bizde." karşı tarafta bir şeyler deyince Yiğit, "Dikkatli olun!" dedi ve telefonunu kapattı.

Varden'e kaşlarımla 'gidelim' dedim. Başını sallayıp beni onayladı. Sinirli bakıyordu. Beklemiyorduk geldiklerini. 'Ulan Cem Faresi yaktım çıranı bekle sen!!' Henüz bir adım atmıştım ki Yiğit kolumu tuttu ve olduğum yere çiviledi beni. Mıhlanmam asla tutuşu yüzünden değildi. Elaları sırat köprüsü kadar keskin bakıyordu bana kaşlarının altından. Aklım yine hatıra nehrinde boğulmaya gitmişti.

"Sevgilim." Yiğit'in her seslenişi kalbime atılan balçıklı bir oktu sanki. Saplanan ve orada öylece kanatmaya devam eden...

Başımı çevirdim, uyuklamalı mırıltıyla "Efendim Yiğit." dedim.

İkimizde dünkü çatışmadan sonra baya yorulmuştuk ve şimdi birbirimizi uyutmamaya çalışıyorduk. Çünkü birbirimizi sinirlendirmeye bayılıyorduk. Uyumak. Çok muazzam bir kaçış yolu olsa da unutmak için, göreceğin düşlerin ve düşüşlerin ne denli kötü veya iyi olduğunu bilemediğinden hep bir arafta bırakır insanı. Ben zaten ne göreceğimi bildiğim için çok az uyumaya alışmıştım.

Üniversiteye hazırlandığım zamanlarda da uyumamak için aldığım ilaçlar, içtiğim kahveler birazda olsa sağlığımı bozmuştu. Reflüm vardı artık beni yalnız bırakmayan ve o dönemi hatırlatan ve bir de arada beni yoklayan ve gitmeyen baş ağrım. Doktora da gitmiştim acaba beynimde tümör falan mı var acaba diye ama yokmuş. Doktor sadece çok düşündüğümü, birazda olsa nöronlarıma nefes almaları için zaman tanımam gerektiğini söylemişti bende geçtirilmiş yanıtlar vermiştim. Ve şimdi yine başlıyordu baş ağrım çan sesi misali.

"Kızımız olursa adı Ela olsun mu, ne dersin?" diye sorduğunda göğsündeki başımı kaldırdım. Kaşlarımda çatılmıştı. Ne çocuğu, ne kızı.

"Ne çocuğundan bahsediyorsun anlamadım." dedim ve sırtımı yatak başlığına dayadım. Cidden benle bir aile kurmayı mı düşüyordu. Hah.

"Duydun Sevgilim. Senin gibi yeşilli mavili gözleri olan ama ismi Ela olan küçük bir kız çocuğu. Her sabah yanımıza 'annee babaa' diye seslenerek gelen, korkuyormuş numarası yapıp ortamızda uyuyan, bize sürpriz kahvaltı hazırlayan, benimle araba yıkayan, seninle yüzmeyi öğrenen, Arıkanla hayvanat bahçesi kuran, Vardenle hastaları muayene eden, Valide halayla da çiçekçilik yapan, annemle örgü ören, babamla kitap okuyan, Tanya ile moda dergileri karıştıran bir kız çocuğu. Bizim kızımız. Ela Sungurlu. Olmasın mı?" dedi ve bakışlarını bana çevirdi. başını karnıma koydu. "Biliyorum şu an olmaz ama. İlerde olur ama değil mi?" sıcak nefesi karnımda çöl fırtınalarına sebep oluyordu.

Yapmaa. N'olursun. O kadar kalamam yanında. Kalmak çok istiyorum ama. Kalamam Sevgilim. Affet.

"Olmaz mı Avşan? Olur dersen bu hayale de tutunurum. Tıpkı sana da diğer hayallerimize de tutunduğum gibi."

Olmaz mı?

"Olur mu ki?" diye sordum titreyen sesime inat, içimde bana küfreden Aylin'e inat ve 'Yiğit' diye haykırarak dağlarda yankı yapan kalbimi susturmaya çalışan her bir zerreme inat.

Olmaz!

Yiğit'ten önce cevabı Aylin vermişti ve çokta netti. 'Hayırr!'

İSTİLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin