on iki

607 54 70
                                    

Heeseung ve Jake, Sunghoon'un evinin önünde onu bekliyorlardı. Her şeyi ayarlayan o iken geç kalması çok saçmaydı.

"Teşekkür ederim." Heeseung arka koltuktaki Jake'e döndü. "Teşekkür edip durma Jake. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz sadece. Teşekküre gerek yok." Jake omuz silkti. "O kadar şey yaptınız. Bir şekilde karşılığını vermeme izin vermeyeceğinizi biliyorum. En azından teşekkür edeyim." Heeseung başını salladı ve önüne döndü. "İçin nasıl rahat edecekse..."

Jake kafasını ön tarafa uzattı. "Bir şey soracağım ama cevaplamak zorunda değilsin tabi." Heeseung da ona çevirdi başını. "Jia'yla aranız nasıl oldu?" Heeseung tekrar önüne dönüp derin bir nefes bıraktı. "Bilmiyorum. Bitti sanıyordum aslında. Ama aradı beni, bitmedi falan dedi işte. Ben bir anda karar verdim ve bittiğini söyledim ama kabullenmedi. Sonra biraz düşün dedi. Ara verdik yani. Sonuç ne olur bilmiyorum." Jake başını salladı. Sabahtan beri bu suratının sebebi kafasının karışık olmasıydı demek ki.

Heeseung eliyle saçını taradı. "Nerede kaldı bu?" Konuyu değiştirip telefonunu çıkardı. Sunghoon'u arıyordu. "Yah! Neredesin!? Seni bekliyoruz burada! Çabuk ol!" Hemen ardından telefonu kapattı. Cidden sinirliydi ve bağırmasıyla Jake irkilmişti. Jake Jia'yı sorduğu için kendine kızdı.

Bir-iki dakika sonra Sunghoon koşar adımlarla arabaya geldi. O geldiği gibi Heeseung da arabayı çalıştırmıştı. Sunghoon'un Heeseung'dan korktuğu yüzünden anlaşılıyordu. Onunla göz teması bile kuramamıştı. "Geç kaldığım için üzgünüm."

"Sorun de-" Heeseung, sorun olmadığını söylemek üzere olan Jake'in sözünü kesip, Sunghoon'a bağırmaya başladı. "Hep böylesin gerçekten. Bir kez olsun erken hazırlanamıyorsun. Acelemiz olduğunu biliyorsun ve her şeyi ayarlayan sensin. Buna rağmen en son gelen de sensin! Nasıl başarıyorsun anlamıyorum gerçekten!" Sunghoon daha da yapıştı oturduğu koltuğa. "Özür dilerim..." Sunghoon'un sesi çok kısık çıkmıştı. Ona bağırılması onu çok kırardı.

Heeseung ne yaptığının farkına vararak derin bir nefes verdi. "Özür dilerim Sunghoon. Bağırmamalıydım. Sinirim bozuk sadece. Maruz gör beni olur mu?" Sunghoon başını salladı. Sinirinin ve moralinin bozuk olduğunu biliyordu, farkındaydı. En ufak bir mimiğinden anlayabiliyordu bunu zaten. Ama sinirini ondan çıkarması hoş değildi. Heeseung'ın böyle biri olduğunu bilse de alınıyordu işte, insanlık hâli.

Büroya geldiklerinde arabadan indiler ve binaya girdiler. Büyük ve şık bir yerdi. Turnikelerin yanındaki danışmaya gittiler. "Günaydın. Lee Dong Wook ile görüşmeye gelmiştik." Sekreter kadın başını salladı. "Randevunuz var mıydı?" Geleceklerini biliyordu. Ama bugün geleceklerini biliyor muydu emin olamadı Heeseung. Sunghoon'a baktı. Sunghoon başını sallayınca tekrar kadına döndü. "Amcam olur kendisi. Geleceğimizden haberi vardı." Kadın başını sallayıp bir telefon etti ve onları içeri aldı.

Ofisin önüne geldiklerinde Heeseung kapıyı çaldı ve içeri girdiler. "Hoş geldiniz çocuklar. Oturun oturun." Üçü de birer sandalyeye oturdu. "Geleceğinizi bilsem biraz etrafı toparladım. Yüzünüzü göremeyeceğim neredeyse dosyalardan." Heeseung sinirle Sunghoon'a döndü. "Haberin yok muydu geleceğimizden?"

"Vardı da bugün geleceğinizi bilmiyordum."

"Heeseung dövme beni. Yüzüme vurma bari. Bak sorun çıkmadı. Bir şey yok. Bilerek yapmadım." Sunghoon ellerini suratına çıkarmış kendini korumaya çalışıyordu. "Mahkeme saatinde gelseydik görürdüm seni. Seni kendim aramalıydım niye buna bıraktıysam işi?" Sunghoon dudaklarını büzdü. "Kırıyorsun."

"Sorun değil. Kavga etmeyin."

Don Wook diğer ikisine göre geride oturan Jake'e baktı ve gülümsedi. "Sen Jaeyun olmalısın. Ben Lee Dong Wook. Memnun oldum." Jake hafifçe başını eğdi.

bet you wanna || heejakehoonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin