(DUA VE KADER ARASINDA )
Bu noktada ortaya çıkan meşhur bir mesele vardır: Duaya konu olan şey kader olarak belirlenmişse, kul duasında o dilese de, dilemese de gerçekleşmesi kaçınılmazdır! Kader olarak belirlenmemişse, kul, duasında o şeyi ister dilesin, ister dilemesin gerçekleşmeyecektir!
Bir grup insan bu meselenin doğruluğuna kanaat getirerek duayı terk etmiş ve duada hiçbir fayda bulunmadığı görüşünü savunmuşlardır. Bu kişiler- aşırı derecedeki cehalet ve dalaletleriyle-kendi içlerinde tenakuz yaşamaktadırlar. Zira benimsedikleri bu görüşü/mezhebi takip etmek her türlü sebebin atıl bırakılmasını, işlevsizleştirilmesini gerektirmektedir.
Mesela bunlardan birine şöyle denebilir: Açlık ve susuzluk ihtiyacının giderilmesi senin için kader senin için kader olarak belirlenmiş olsa, yesen de yemesen de bunların vuku bulması kaçınılmaz olacak ; kader olarak belirlenmemişse, yesen de yemesen de vuku bulmayacaktır! Evlat sahibi olmak senin için takdir edilmişse, hanımınla veya cariyenle ilişkiye girsen de, girmesen de çocuğun mutlaka olacak; takdir edilmemişse olmayacaktır. Dolayısıyla evlenmeye ve cariye sahibi olmaya herhangi bir ihtiyaç yoktur. Örnekleri bu şekilde çoğaltmak mümkün...
Şimdi aklı başında biri ya da herhangi bir insan böyle bir şey söyleyebilir mi?! Hatta bir şey bilmez, bir şeyden anlamaz hayvanların dahi fıtratları, yaşamlarının bağlı olduğu sebeplere sarılmaya göre ayarlanmıştır. Demek ki hayvanlar, bu tür kimselerden de, daha şaşkın vaziyette olan kimselerden de daha akıllı, daha anlayışlı durumdadır.
Bazıları ise daha zekice davranarak duayla meşgul olmanın soyut ibadet kapsamında olduğunu, Allah'ın dua eden kişiye bu davranışından ötürü sevap bahşedeceğini ve duanın talep edilen şey üzerinde etkisinin olmadığını söylemişlerdir.
Zeki görünmeye çalışan bu kişilere göre, dua etmekle kalben veya lisanen dua etmekten geri durmak arasında talebin gerçekleşmesine etki bakımından fark yoktur. Duanın talep edilen şeyle irtibatı, onlara göre sukut etme irtibatıyla aynıdır, Yani hiçbir etkisi yoktur!
Bunlardan daha zeki bir kesim ise duanın, ihtiyacın giderildiğine işaret olmak üzere Allah subhanehu tarafından belirlenmiş soyut bir alamet olduğunu söylemektedirler. Yani Allah'ın kulu dua etmeye muvaffak kılması, o kişinin ihtiyacının giderilmiş olduğuna dair bir alamettir/emaredir. Bu durum, kışın gördüğümüz soğuk ve kara bulutların yağmurun yağacağına delil/alamet olmasına benzemektedir.
Sevapla birlikte itaatlerin, ceza ile birlikte küfür ve masiyetlerin de aynı durumda olduğunu söylemişlerdir. Yani itaatler ve masiyetle, sevabın ve cezanın sebepleri değil ancak emareleridir.
Onlara göre kırmak ile kırılmak; yakmakla yanmak; ölmekle öldürmek...Bunların hiçbiri kesinlikle bir sebep değildir! Bu eylemler ile ardından oluşan sonuçlar arasında, sebep-sonuç bakımından bir etkileme, normal bir berberlik dışında herhangi bir irtibat yoktur!
Bu görüşü benimseyenler duyulara, akla, şeriata, fıtrata ve aklı başında olan diğer taifelere muhalefet etmişler, aklı başında olan kimseler karşısında kendilerini gülünç duruma düşürmüşlerdir.
Doğrusu, bu noktada, bu meselede dile getirilmeyen üçüncü bir kısım daha vardır: Kader olarak belirlenmiş olan şeyin sebeplere bağlı olarak takdir edilmiş olması -ki bu sebeplerden biri de duadır-. Yani kaderde belirlenmiş olan şey, sebebinden soyutlanmış olarak takdir edilmiş değildir. Sebebiyle birlikte takdir edilmiştir. Dolayısıyla takdir edilmiş olan şey, kul sebebi yerine getirdiği zaman vuku bulur. Kul sebebini yerine getirmezse, takdir edilmiş olan şey de gerçekleşmez.