1.4

57 11 15
                                    

"Yine sekizde geldin, baba."

Karşısındaki beden susuyordu, Suna ise ondan bir cevap bekliyordu.

Kalbinin ritmi değişmiyordu, babasından alacağı cevap ile kalbi ya daha hızlı atacak, ya da bir daha hiç atmayacaktı.

Karşısındaki kişi elaya kaçan gözleri ile doğruca Suna'ya bakıyordu.

Hareket etmiyordu.
Konuşmuyordu.
Sessizliğinde duruyordu ve babası ona şu an ateş etse canı daha az acırdı, biliyordu.

Sessizliğin hareketliliği altında eziliyordu.

Suna, yatağında doğrulup ayaklarını yataktan aşağıya sarkıtarak oturdu. Bunu yaparken bacakları acımıştı. Canının acıdığını belli eden bir ses ve yüz ifadesi sonrası bakışları tekrar babasının soğuk bakışları ile buluştu.

"Neden kaçmadın?"

Babasının tok sesini duymayalı olmuştu. Küçükken babasının sesinin tonundan korkmazdı, aksine kendini güvende ve güçlü hissederdi.

Babası onun gözünde her zaman bir dağdı. Sırtını yaslayabileceği ve heybeti ile göreni korkutabilecek bir dağdı. Babasının yanında bu yüzden her zaman güvende hissederdi Suna.

Şimdi ise o dağın yüksekliği altında ezilmiş, titriyordu.

Kurulan cümle karşısında biraz sustu, diyecek bir şeyi yoktu. Kendisi bile tam olarak bilmiyordu aslında.

Babasının silah tuttuğu eline baktı, ardından ise diğer eline. Boşta olan elini yumruk yapmış, sıkıyordu.

"Neden kaçmadın diye sordum. Cevabın yok mu?"

"Yok."

İsteği dışında mırıldanarak konuşuyordu. Korkuyordu ve sesi fazla olmasa da titriyordu.

"Amacın beni öldürmek değil mi? Pes ettim ben de, gitmeyeceğim. Tek istediğim, yapacağın şeyde hızlı ol. Fikrimi değiştirip ölmemek için yalvarmak istemiyorum."

Aklına ikizler geldikçe kalbi daha da ağrıyordu. Onları bırakmak istemiyordu. Onlarla olmak istiyordu.

Atsumu ve Osamu'nun kavgasını izlemek,
Atsumu'yla birlikte Osamu'yu sinir etmek,
Osamu'nun yaptığı onigirilerden yemek...

Zaman kavramını hepsi yitirmişti, onlarla ne kadar zaman geçirdiğini bilmiyordu. Ama eğer yukarıda bir yerlerde bir Tanrı varsa, öldüğünde şikayetçi olmak yerine ona teşekkür edecekti.

Babası silahı pantolonuna sıkıştırırken odayı inceledi.

"Salon nerede."

"Ha?"

Babasının gözleri tekrar Suna'nın üzerinde durunca Suna sorgulamaması gerektiğini anladı.

"Karşı oda."

~

Salonda sessizlik hakimdi. Yıllar sonra baba ve oğul karşı karşıya oturmuş, birbirleri ile yüzleşiyorlardı.

Konuşmaya başlayan bu sefer babası oldu. Yüzünden söyleyeceği şeye nasıl başlayacağından emin olmadığı belliydi. Sesi de bunu destekliyordu.

"Suna... Ben- özür dilerim."

Suna bir şey demeden babasına bakıyordu. Yüzünde bir ifade yoktu ama kalbi deli gibi atıyor, beyni ise ara vermeden bin türlü düşünceyi bağırıyordu.

"Yaptıklarımdan ve yapacaklarımdan, olduğum kişiden dolayı özür dilerim."

"..."

"Suna,"

Sesi titriyordu.

"Tanrım..."

Şimdi ise kısık sesle konuşuyordu.

"Sadece o rahat etsin istedim..."

"NE?"

Yüzündeki ifade şimdi değişmeye başlıyordu. Babası kendi kendine konuşuyormuş gibi gözüküyordu, ama onu duyabiliyordu.

"Sadece o rahat etsin istedim." de ne demekti? Ne oluyordu? O kişi kimdi?

Kaşları yavaşça çatılırken eş zamanlı olarak gözleri kısıldı.

"Anlamadım?"

"Anlatacağım, ama ondan önce..."

"...bana Osamu'dan bahsetmeye ne dersin?"

Suna'nın aklı gittikçe karışıyordu, kalp krizinden ölmesine de az kalmıştı.

"Osamu'yu- tanıyor musun..?-"

"Evet, fakat sadece onu değil."

Babası, oturduğu koltuğun karşısında oturan oğluna doğru vücudunu eğdi.

"Ölen babasını da yakından tanıyorum."

blanc en noir | SunaOsaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin