1.3

52 9 17
                                    

Osamu, yavaş yavaş sakinleştiricinin etkisinden çıkarken takım arkadaşlarından bazıları Osamu'nun başındaydı.

Hastaneye Suna'nın annesi çağırılmıştı ve annesi de en az Osamu kadar berbat bir haldeydi. Annesinin sakinleştirilmesi sonrası Suna'nın annesi evrak işleri için hastanede oradan oraya gidip geliyordu.

Takımdaki bazı kişiler ise Suna'nın annesine yardımcı olmak için oradaydı. Oğlu gibi yeşil çekik gözlere sahip kadının gözleri oğlundan farklı olarak şu an fazlasıyla sönüktü. Yeşile eşlik eden gözündeki kırmızılıklar ile hastanede tökezleyerek yürüyordu.

İkizinin uzağındaki koltuğun yanına çömerek oturan Atsumu, bacaklarını karnına doğru çekti ve kolları ile bacaklarını sardı. Alnını diz kapaklarına dayayarak duruyordu.

Aran ne kadar Atsumu'ya koltuğa oturmasını söylese de Atsumu bu fikri reddediyordu. Aran biliyordu ki Atsumu ne kadar belli etmese de içinde fırtınalar yaşıyordu. Bu yüzden herkes hastanenin bir tarafına dağılmışken Aran, Atsumu için onun yanında kalmaya karar vermişti.

İkizleri küçüklükten beri tanırdı. Onların atışmalarını, dövüşmelerini izleyerek büyümüştü. Ama şunu da bilirdi ki bu ikizlerin kalbi ne yaparlarsa yapsınlar birbiri için atardı.

İkisini böyle kavga ederken görmek onun için ilk değildi ama onları böylece dağılmış görmek onun için bir ilkti. Ve toparlanmak için bir arkadaş desteğine ihtiyaç olacağını düşünerek Atsumu'nun yanına çöktüğü koltuğun oraya oturmuş; bir Atsumu'ya, bir Osamu'ya bakıyordu.

<Suna>

(birkaç zaman önce, lunapark buluşması sonrası)

Elleri ceplerinde, sessiz ama biraz da hızlı adımlar ile evine doğru gidiyordu.

İkizlerin her gün nasıl acı çektiğini görüyordu, ve acıların sebebi kendisi olduğu için gitgide kendinden nefret ediyordu.

Canı acıyordu. Yüzü yaralar ile doluyordu ve bacakları ne kadar hızlı yürürse o kadar acıyordu.

Artık maske takmayı da bırakmıştı. Adımları ise zamanı olsa da her zaman hızlıydı. Canının acımasına eskiden söyleniyordu ama artık bu acıları kabul ediyordu. İki masum insanın canı onun yüzünden yanıyordu. Bu durumda sokaktaki garip bakışları ve bacak ağrısını kabul etmeliydi, hepsini hak etmişti.

Eskiden babasının olma ihtimaline karşı sokağa göz atar, öyle sokağa girerdi ama bunu bırakalı da biraz olmuştu.

Evinin kapısına gelince derin bir nefes alıp içeri geçti. Elindeki eşyaları sağa sola fırlatıp direkt yatağına attı kendini.

Sakin bir hayat istiyordu. Uyuduğu zaman aklından bin türlü düşünce geçmesin istiyordu. Düşünceler yüzünden kabuslar ile uyanmamak istiyordu.

Yatağında uzanıp tavanı izlemekle geçen vaktin ardından kapısı babası tarafından zorlanmaya başlamıştı. Her zaman duyduğu hakaretler artık onun için korkunç değildi. Silah sesi de öyle. O kadar alışmıştı ki bu duruma, yatağında öylece bekledi.

Ne kadar alışsa da kalbi hızlı atıyordu. Elinde olsa kalbini söker atardı, çünkü bu ritim onu fazlasıyla rahatsız ediyordu.

Beyninde ise bin türlü düşünce... Ama hepsi aynı şeyi söylüyor;

"Hak ettin Suna. Babanın böyle olması senin suçun olmasa da ikizlere o kadar acıyı yaşatan sen bu ölümü hak ettin."

Kapıya sıkılan kurşunlar ile çıkan sesler düşünürken kırpmadığı gözlerini kırpmasını sağladı.

Yatağında uzanmış,
Ölüm ve yaşam üzerine düşünüyordu.
İkisi de ona hitap etmiyordu.

Bu olay döngüsünde sıkıştığı sürede çok kez babasından kaçmayıp ölmeyi düşündü, ama bir türlü bunu yapacak cesareti bulamadı kendinde Suna Rintarou.

Aklından geçenleri yapabilme cesaretini bulduğu ilk ve son günüydü onun.

Ve kapı kırılma sesi...

Kalbi korkuyordu. Kalbi deli gibi atıyordu. Babasının eve girmek için yaptığı her adımda Suna'nın kalbi acıyacak derecede daha hızlı atıyordu.

Beyni kabul etmişti. Yenilgi denilemezdi buna, ama gardını indirmişti. Bilerek. İsteyerek.

Babasının adımları ile derin bir nefes aldı bir daha nefes almayacakmış gibi. Ciğerlerini hava ile doldurup nefesini birkaç saniye tuttu. Ardından titrek bir nefesle ciğerini boşalttı.

Bir yandan babasının adımlarını dinliyordu. Ne kadar uzaklıkta olduğunu kestirebiliyordu. Küçüklükten kazandığı bu alışkanlık şu an onun ölüme olan uzaklığını bilmesini sağlıyordu.



O an aklına küçüklüğünden bir sahne geldi;

Salonda koltukta
sırt üstü uzanıp sıkıntıdan içinden sayılar sayarken babasının eve gelmesini bekliyordu.




Suna'nın babası ile arası bozulalı sadece birkaç yıl olmuştu. Yeni denilebilirdi. Babası, Suna küçükken ona çok iyi bakmıştı.

Suna, küçükken babasını tüm kalbi ile severdi. Şimdi o kalbi babası yüzünden delice atıyor ve acıyordu.



Suna,
babasını koltukta sırt üstü
uzanarak beklerken anahtar sesi duyması ile saymayı bırakırdı. Babasının adımlarını dinlerdi. Ve babası hangi sayıda gelecek diye merak edip sıfırdan tekrar saymaya başlardı.

"1..."
"2..."
"3..."

Adımların yaklaşması ile babasını merakla bekleyen Suna'nın yüzüne heyecanlı bir gülümseme yayılırdı.

"4..."
"5..."
"6..."
"7..."
"ve 8."

Adım seslerinin
iyice yaklaşıp son olarak kesilmesi ile Suna babasının salon kapısının önünde olduğunu anlardı.

Babası her zaman
8 sayısındayken salon kapısında belirirdi. Ama çocuk aklı, Suna her zaman sıfırdan sayıp sekizde durmaya devam ederdi.




"8..."

Mırıldanışının ardından Suna, gözlerini tavandan çekip odasının kapısına çevirdi.

Göz göze geldiği kişi ile içinde bir daha onarılmayacak şeylerin sızladığını hissetti.

Sönük bakışları ile kapıda dikilen bedeni baştan aşağı süzerken karşısındaki kişiyi tanısa da aslında ruhen o kişiye ne kadar yabancı olduğunu düşündü.

"Yine sekizde geldin..."

Bakışlarını tekrar doğrudan karşısındaki kişinin elaya kaçan gözlerine dikti.

"...baba."

blanc en noir | SunaOsaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin