dört, yaşam bir bedelle gelir

107 11 4
                                    

 

  "SENİN ADIN, BENİM ŞÖHRETİM

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

  "SENİN ADIN, BENİM ŞÖHRETİM." Kara gözleri içinde durmadan çakan şimşeklerle ona bakarken hayatında bir kez daha gözlerini kaçırıp başını öne eğmekle yetindi, bu onun kazanmasına izin verdiği anlamına geliyordu. Kral, kendinden emin bir şekilde geri çekilirken titreyen ellerini birbirini sıkıca örten parmaklarla gizlemeye çalıştı.

Aldığı derin nefesi titrek, yavaş bir şekilde verirken parlayan mermere bakmaya devam etti, bir an önce bu odadan çıkıp gidebilmek için can atıyordu ama Kral henüz söyleyeceklerini bitirmemişti. Baştan aşağı siyah giyinmiş muhafızlardan birine doğru eğilip fısıldadığında adam başıyla onaylayarak arkasını döndü ve kapılar ardına kadar açıldı. 

"İşi bitirmeden dönmeni istemiyorum, işbirliği yapacaksın, kompleks yok. Sana söyleneni yerine getir, emirlere uy ve geri dön. Anlaşıldı?"

Glory usulca başını salladı ve her zamanki gibi sesli olarak onaylamayı da ihmal etmedi. "Olmuş bilin efendim."

Kapıda bir haraketlilik sezdiğinde o gün ilk kez başını kaldırıp ileriye doğru baktı, girişte duran kumral oğlan belinden aşağı sallanan ağır bir kılıçla içeri girdiğinde başı çoktan ağrımaya başlamıştı. Üzerindeki tişörte beceriksizce işlenmiş amblem onun Melez Kampından geldiğini söylüyordu ve bu hiçbir zaman iyi bir şey değildi. Çok fazla insanla çalışmıştı, profesyonel suikastçiler, paralı askerler, çömezler, yardımcılar ve dahası. Ama açık ara en kötü olanları Kamptan gelen melezlerdi. Kendini beğenmiş aptallarla çalışmaktan nefret ediyordu, durmadan konuşuyor, yanlış yönlendirme yapıyor ve en iyisini kendilerinin bildiğini iddia ediyorlardı. Bu tür insanlar yüzünden çok fazla görevi berbat olmuş ve hepsinin cezasını kendisi çekmek zorunda kalmıştı, bedeninde hala birkaç izi duruyordu.

Mesafesini korumaya çalışarak ona üstten bir bakış attı, insanlar işin içine dahil olduğunda o artık Ölümün Nefesiydi, kimse karşısında durmaya yetecek cesareti bulamazdı. Şöhretini bu şekilde lekeleyip soğuk kanlılığını korumak onun görevlerinden biriydi. Genç adam etrafı inceleyerek içeriye doğru yürürken zeminde çarpan ayakkabıları tok bir ses çıkarıyordu, Kral ile görüşmeyi gereğinden fazla resmi bir hale getirmiş olmalıydı ki buraya bu kılıkla gelmişti. Üzerindeki çirkin tişörtün altındaki pantolonla uyumlu olan tek bir yanı bile yoktu, üzerine gelişigüzel geçirdiği ceket ise Glory'yi dehşete düşürecek kadar çirkindi. Bildiği ya da duyduğu kadarıyla Melez Kampındaki yarı tanrıların hiçbiri bu kadar çirkin giyinmiyordu, en azından daha önce gördükleri böyle değildi. 

Onu aşağılama isteğini bastırmaya çalışarak Kral ile tanışmasını ve takdim edilmeyi bekledi, sıra kendisine geldiğinde çoktan oynamaya hazırdı, beş dakika önce akmalarını engellemeye çalıştığı gözyaşlarından eser yoktu, kapılar açıldığı anda bambaşka birine dönüşmüştü. 

"John Lutof, Poseidon meleziyim." Genç adam elini uzattığında Glory ona küçümseyen bir bakış atarak uzattığı eli sıktı. Tutuşundaki gevşeklik işini hafife aldığını gösteriyordu ancak bunu umursamamayı tercih etti. Kendisi başarılı olduğu sürece sorun yoktu.

HEAVEN IN HIDING-PERCY JACKSON Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin