Herkese merhaba! Şu an bu satırları okuyorsanız yıllardır zihnimde yaşayan bu kurguyu kelimelere dökmeye karar vermişim demektir.
Umarım beğeni ve yorumlarınızı benimle paylaşırsınız. İyi okumalar...
Başladığınız tarihi buraya not edebilirsiniz...
Siz hiç ölümün kokusunu aldınız mı? Ben aldım, çürümeye yüz tutmuş eski bir sediri vücuduma siper ederken kulağımın dibinden süzülüp evimin duvarlarına saplanan her kurşunda ölümün farklı bir yüzüyle tanıştım.
"Kadersiz kızım, koskoca memlekette başka okul mu kalmadı?" demişti buraya geldiğim ilk gün Hatice Teyze. Ben o gün anlamamış olsam da gün geçtikçe gayet iyi öğrenmiştim o buruk tebessümün altında yatanları.
Bu uçsuz bucaksız çorak topraklarda attığım her adımda daha çok hak vermiştim İbn Haldun'un 'Coğrafya kaderdir.' sözüne. Gözünü açtığı her gün kaderine isyan eden ama kaderini değiştirmeye gücü yetmeyen insanlarla tanıştıkça bir kez daha küfür etmiştim şu adaletsiz dünyaya. Şimdi ise ben de bu coğrafyanın kötü talihine tanık olan yüzlerce bedbahttan biriydim.
Dakikalar önce bir kuşun darbesiyle paramparça olan pencereden içeri bir kuşun daha süzülüp duvardaki aynayı binlerce parçaya bölerken kulaklarımı tırmalayan o silah sesine başka bir ses daha eklenmişti. Silah sesinden silik, ağlamaklı ve cılız bir ses...
"Öğretmenim, kapıyı açın!"
Sesi duyar duymaz tanımıştım öğrencim Affan'ı. Kalbim onun bir zarar görmüş olabileceği korkusuyla daha da hızlanırken saklandığım sedirin altından çıkıp yerde sürünerek kapıya yaklaştım.
Ahşap kapıyı hafifçe aralayıp onu yakaladığım gibi içeri çektiğimde gördüğüm manzarayla donup kaldım. Daha sabah sınıfta şarkılar söyleyen, oyunlar oynayan öğrencim eli yüzü kanlar içinde bana bakıyordu.
Küçük yüzünü iki elimle kavrayıp "İyi misin, ne oldu sana?" diye haykırdığımda işaret parmağını dudaklarına götürüp susmamı işaret etti.
"Size yemek getiriyordum öğretmenim." dedi her şeye rağmen elinden bırakmadığı tabağı göstererek. "Annem bir koşu götürüver demişti. Yolda kötü adamların köye girdiğini görünce saklana saklana geldim."
Elindeki boş tabağı alıp onu bağrıma basarken küçücük çocuklara bu korkuyu yaşatan herkese bir kez daha lanet ettim.
"Vurulmadın değil mi?" Emin olmak için gücü tükenmiş küçük vücuduna bir kez daha göz gezdirdim. Büyük bir yarası yoktu. Muhtemelen saklanırken düşmüş ya da sürünerek gelmişti.
Başını iki yana salladı. "Koşarken düştüm. Merak etmeyin bir şeyim yok."
Derin bir nefes alıp onunla beraber az önce saklandığım sedirin altına geri döndüğümde çatışma sesleri daha da artmıştı.
Affan başını göğsüme yaslamış sessiz sessiz gözyaşı dökerken korkudan mı yoksa üzerine yattığımız soğuk betondan mı bilmem, tir tir titriyor; gerçek çaresizlikle yüzleşiyordum. Gazetelerde, haber programlarında denk geldiğim terör haberlerine öylece göz atıp geçtiğim günleri hatırladıkça kendime kızıyor, bu gerçeklikle yaşayan insanlar olduğunu yıllarca göz ardı ettiğim için çok utanıyordum.
Gece boyunca çatışma bir sönüp bir alevlenmiş, evime tam dört mermi daha isabet etmişti. Tüm bunlar olup biterken yanıbaşımda yatan Affan yorgunluğa daha fazla dayanamamış ve derin bir uykuya dalmıştı. Ben ise gözümü hiç kırpmadan seslerin kesilmesini ve bu kabusun bitmesini beklemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞPARE
RandomKaderi asırlar önce yazılmış çorak topraklarda vatanı için mücadele eden iki yüreğin hikayesi. Bu kitapta bahsi geçen her şey tamamen hayal ürünüdür. Asker&öğretmen kurgusu.