Herkese merhaba!!
Nasılsınız, umarım iyisinizdir? Ben on gün içinde üç yeni bölüm atmanın şaşkınlığı içindeyim...İyi okumalar dilerim, yıldıza dokunmayı ve yorum bırakmayı unutmayın.
Sevgilerle...
****
Askeriyenin göz alabildiğince uzanan bahcesini daha önce hiç bu denli sessiz görmemiştim. Sessizlik adeta sağır ediyordu... Birbiriyle şakalaşan, koşarken bir yandan marş söyleyen gençler yoktu bu kez etrafta. Onun yerine bahçenin orta yerinde al bayrağa sarılmış bir tabut, karşısında ise gözü yaşlı onlarca insan vardı.
Çelik, günler süren yaşam mücadelesinde mağlup olmuş, ardında gözü yaşlı bir avuç insan bırakıp ebediyete göç etmişti... Yüzbaşı Çelik Kahraman, alçak bir teröristin silahından çıkan dört kurşunla şehit düşmüştü...
Rütbeli askerlerin birkaç adım uzağında, Çelik'in apar topar Hakkari'ye gelmiş yakınlarının yanında duruyordum. Sessiz gözyaşları akıtan bu insanların gözleri henüz neler olduğunu anlamlandırmaya çalışan iki küçük çocuktaydı. Poyraz ve Ayaz... Çelik'in ona tıpa tıp benzeyen oğulları...
Dünyalar tatlısı bu iki oğlan çocuğu; askeri araçla askeriyenin bahçesine geldiklerinden beri, birbirlerine kenetlenmiş ellerini hiç ayırmadan etrafa bakınıyorlardı. Büyük olanın gözlerine belli belirsiz bulutlar hakim olsa da küçük olanın her şeyden habersiz olduğu belliydi. Önüne çıkan herkese gülücükler saçıyor, bıcır bıcır bir şeyler anlatıyordu.
Oğlanların annesi Su ise ifadesiz bir yüzle Çelik'in akrabalarından birkaç adım uzakta, tek başına dikiliyordu. Kapkara gözleri, alev kırmızısı saçları olan hoş bir kadındı, Su. Ancak hali tavrı bir garipti. Sanki al bayrağa sarılı tabutta yatan bir zamanlar hayatı paylaştığı adam, çocuklarının babası değil de bir yabancıymış gibi davranıyordu. Tek yaptığı ona başsağlığı dileyen insanlara burukça bir tebessümle teşekkür etmekti.
Resmi tören belli bir düzen içinde akıp giderken Ayaz, abisinin elini bırakıp hazır ol duruşunda bekleyen askerlerin arasına karıştı. Küçük bedeni sayesinde askerlerin arasında kolaylıkla koşturuyor, kiminin önünde dikilip ona bir şeyler soruyor cevap alamadığında ise dil çıkarıp şansını bir diğerinde deniyordu.
Onun küçük oyununu böylece sürdürüp giderken kürsüde konuşma yapan Albayın dudaklarından "Çelik Kahraman" adı döküldü. Ayaz bu ismi duyar duymaz babasını görme umuduyla en ön sıraya doğru ilerledi. Sevda ve Akınalp'in arasında durup usulca Sevda'nın iki yanına düşen ellerinden birini kavradı. Metrelerce uzaktan bile Sevda'nın ürperdiğini hissedebiliyordum.
Kendisine doyamadan tabuta koyduğu sevdiğinin cenazesindeydi Sevda. Zar zor ayakta durabiliyordu ama ona karşı son görevini de layığıyla yerine getirmek için çabalıyordu. Ancak bir anda elini tutan küçük çocuk, bastırmaya çalıştığı duygularını tekrar alevlendirmiş olacaktı ki küçük hıçkırıkları etrafa yayılmaya başlamıştı.
Çelik'in şehit düşmesi yüreğime yeterince ateş düşürmüştü ama Sevda'nın bu hali tüm ruhumu ateşe veriyordu. Onun gözünden ne zaman bir damla yaş aksa benim de gözlerim doluyor, yaşlar sessizce süzülüyordu. Böyle zorlu bir sürecine tanık olmak beni ona daha da bağlamıştı.
Gözpınarımdan yanağıma doğru taşan gözyaşını elimin tersiyle sildiğim sırada daha önce hiç görmediğim bir adam gelip durmuştu hemen yanımda. Bakışlarımı ona çevirmediğim halde bana yaklaşık yirmi santim yukarıdan attığı bakışları hissedebiliyordum. Bu adamın varlığında, bakışlarında rahatsız edici bir şey vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞPARE
RastgeleKaderi asırlar önce yazılmış çorak topraklarda vatanı için mücadele eden iki yüreğin hikayesi. Bu kitapta bahsi geçen her şey tamamen hayal ürünüdür. Asker&öğretmen kurgusu.