Dostoyevski, "Suç ve Ceza" adlı romanında: "Herkesin gidebileceği bir yer olmalıdır, "diyor ve ekliyor. "Çünkü öyle bir an olur ki insanın mutlaka bir yere gitmesi gerekebilir."
Anne karnındaki bir bebeğin pozisyonu olan; cenin pozisyonundaydım. Lakin hiçbir zaman anne karnındaki bir bebek kadar saf olamamıştım. Saf kalmayıysa herkes isteyebilirdi, lakin kimse tam olarak beceremezdi.
Kimisi her şeyi eline yüzüne bulaştırırdı. Yalanı, kini, kiri, nefreti... Ve sonunda saflığı gri ve kirli bir suya çevirir, suyu; yüzeyinde kendi yansımasını bile göremeyecek iğrenç bir hale gelirdi.
Kimisi; kanardı. Kanatırdı. Acırdı ve acıtırdı. Saflığı, kanlı ve bakteri dolu bir balçık haline getirirdi.
Bazısı ise her yere, her şeye ve herkese ağır tuğlalardan duvarlar örmeye kalkışırdı. Ve bunu zor bela yapardı da. Öyle ya da böyle... Yapardı. Elleri toz, toprak, çamur... Saf su bu etkenler ile sadece bulanıklaşmaya başlardı, fakat özünde o her şeyden bir haber olan saflığına devam ederdi. İnsan o duvarların ardında bir cinayet, bin ceset saklamadıktan sonra her şey tamamdı... İnsan, kendi ördüğü duvarların kıymetini de kolay kolay yabana atmazdı. O yorgunluğu, o işçiliği, o el emeğini tatmıştı bir kere. İnsan, bu duvarların ardına sadece ve sadece kendi saklanırdı. Özenle ördüğü bu duvarlar, ondan başkasına depremler yaşatırdı.
Yaptıklarım, yapacak olacaklarım, düşündüklerim, icraata döktülerim, kaçışlarım, kaçınmalarım, bakışlarım ve uzak duruşlarım. Tamamıyla korkunç derecede kötüydüm. Ve evet, kendi kendimi saklayabileceğim duvardan bariyerlere de sahip değildim. Güçlü, ben hariç kimsenin yıkamayacağı, temeli sağlam duvarlar...
Zordu.
Karanlık odayı aydınlatan tek ışık kaynağı büyük camdan içeri sızan ay ışığıydı. Sokak lambasının yanmadığı, karanlık bir gün, bin geceydi. Yanımda sessiz bir kız; Mary vardı. Onun kesik nefes sesi, dışarıdaki uğultulu esen rüzgar ve sokak köpeklerinin uğuldaması her şey birbiri içinde bir bütündü. Bu koca bütünlüğü bozan bir şey varsa, o da benim kendi bütünlüğünü tersleyen iç bütünsüzlüğümde.
İçim sıkılıyordu. Sanki göğsüme gemici düğümü atmışlar da, birileri her bir yanına güçlükle asılmış, asılmışta asılmış bir o tarafa bir bu tarafa sıktıkça sıkıyorlardı. Canı; un ufak etmeye meyilli olduklarını açıkça dile getirmeseler bile, davranışları onları hemen ele veriyordu. Canım sıkılıyordu. Gün boyu hiçbir şey yapmamak istemem, rutin olan her şeyi bozdukça bozuyordu.
Bozuyordum. Her bir şeyi. Teker teker, bilinçli veyahut bilinçsiz, bunun bir önemi bile yoktu... Ben her şeyi bozuyorum.
Düşünüyorum. Herkesin gidebileceği bir yer... Gittiği vakit kapı dışarı edilmeyeceği, içeri kabul edilebileceği bir yer. Kendince kaçabileceğin bir yer...
Orası tam olarak neresiydi? Ve orası beni, olduğum bu hali, bile bile kabul eder miydi?Kusmak istiyordum.
Her şeyi kusmak."Mary," diye mırıldandım, o anda boğazımın ne kadar acıdığını yeniden fark ettim ve hafifçe yutkundum. Yatakta ufalabildiğim kadar ufalmış, kollarımı kendime sarmış, yanağımı yastığın başlarda soğuk şimdi ise cehennem gibi sıcak yüzeyine sertçe bastırıyordum. Sıcaktı. Buz kesiyordum.
"Efendim, Bücür..." diyerek o da mırıldandığı vakit o an da hiçbir şey konuşasım gelmedi. Çünkü çok şey konuşulması lazımdı. Söylenmeyi bekleyen tonla şey vardı... Belki onun duymak isteyeceği, belki benim düşünmekle kalmayıp demek isteyeceğim, şu vakitte ona demek isteyeceğim bambaşka şeyler oradaydılar... Ama hayır, şuan da hiçbir şey konuşasım yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZELLİĞİN KORKUTMADI (gxg)
Teen FictionKırmızı... Sen nasıl hissedersen hisset, sana nasıl hissettirirlerse hissettirsinler sen kırmızısın. Seni dinliyor olacağım. Görüyor, anlıyor, biliyor ve hissediyor olacağım. Olacağım Kırmızı, yanında olacağım. Korkuyorsun biliyorum, korkuyorum bili...